Zaman yazarından iktidara çok sert eleştiri
Zaman yazarı A. Turan Alkan
iktidarı eleştiren bir yazı kaleme aldı.
İşte o yazı...
Hava puslu, suskun, gergin ve
ağır
2007’ye giden süreçte devlet
memuruydum ve bir üniversitede becerebildiğim kadarıyla ders veriyordum.
“Akademisyen” kimliğim vardı. O
dönemde yazdıklarımı okuyanlar ve her şeye rağmen 2547 sayılı kanuna bağlı
“memur” kimliğimi bilenler, özel sohbetlerde, “Âmirlerin (rektör, dekan vb.)
sana karışmıyorlar mı, rahatsız ediliyor musun?” diye sorarlardı. Şimdi Ergenekon
davasından hükümlü paşa ve yazarların ayda en az bir kere öğrencilere davet
üzerine konferans verdiği zamanlardı, yani üniversite yönetimi ile esasen bir
doku uyuşmazlığı vardı. Soranlara hep şöyle cevap verdim, “Hayır, hiç rahatsız
edilmiyorum; ne açık ikaz, ne bir imâ; bilakis bana karşı mesafeli bir saygı
duyduklarını hissettim hep.”
Bu doğru. Yazdıklarımdan ötürü ne
YÖK, ne de üniversite yönetiminden baskı görmedim; yazdıklarıma bakıyorum
şimdi: Hiç de “ortaya karışık salata” cinsinden suya sabuna dokunmaz şeyler
değildi. Bu hadiseyi sorulan her yerde yukardaki haliyle anlattım, şahitlerim
vardır.
“2007’ye akan darbe arifesi
günlerinde mi fikren rahattın, şimdi mi?” diye sorsalar şöyle cevap veririm;
nerde o günler?
“Bu biraz ağır bir hüküm değil
mi?” diye düşünenler çıkabilir; ağırını hafifini bilmiyorum; zihni rahatlık ve
fikrî hürriyet bakımından o dönemde daha iyi durumda olduğumu söylüyorum.
Bir süreden beri gitgide
yoğunluğunu artıran bir kanaat baskısı, neredeyse elle tutulur hale geldi. Güç
odağına yakın gazetelerde yazan arkadaşlar birer bağımsız fikir sahibi olmaktan
çıkıp icraatları savunmak pozisyonuna doğru gerilediler. Kelimeler biberlendi,
cümleler keskinleşti. Hallerinden memnunlar mıdır bilmem; ister istemez
savunmacı mevziilerine itildiler. Buna paralel olarak aniden zuhur eden menşe’i
meşkûk tuhaf internet sitelerinde hükümeti savunmak adına ağır şeyler yazan bir
tetikçi esnafı belirdi; mail grupları organize edildi. Tehdit ve hakaretler
sistematik karakter kazandı. Âsâp bozucu olmasına rağmen bunlara aldırış
etmemek mümkün; üzücü olan vaktiyle arslanlar gibi milletin hukukunu müdafaa
edenlerin, hangi tıynetteki adamların müzaheretinden fayda umar hale
geldikleridir. Bunlar meyanında öyleleri var ki, değil tanışıyor olmak, aynı
ortamı paylaşmak bile züldür. Sevdiklerimiz, tuttuklarımız ve müdavele-i fikr
ettiklerimiz bizi tarif eder; dostlarımızı seçeriz ve bu seçim bizi bağlar. Bu
gergin ortam havayı zehirliyor. “Bundan kaçınılabilirdi; en azından işler bu
raddeye gelmeden, daha temkin, basiret ve özgüven sarfıyla meseleler daha
suhûletle çözülebilirdi” diye düşünüyorum. Problem çözme iktidarıyla milletin
vekâletini kazananların, şimdi pekâlâ başka imkânlar varken niçin
kutuplaştırıcı bir tarzı benimsemesini anlamıyorum.
Tenkidi düşmanlık, düşmanlıktan
öte harp ilanı saymak sağlık alâmeti sayılır mı? Eleştirdikleri, tereddüd ve
endişelerini belirttikleri için -velev ki yanlış olsun- fikir sahiplerinin
başına bir takım kiralık isimleri musallat etmek, bana çareden çok çaresizlik
gibi görünüyor, gerçekten üzülüyorum.
Yönetimin yalnızlığı beni
tedirgin ediyor; sadece dış âlemi değil, iç siyaseti de kasdediyorum; kendi
kendisiyle konuşur duruma gelmek hiç iyi bir şey değil. Halbuki, bu heyetin en
azından bir dönem daha Türkiye’yi taşıyarak problem çözmeye devam etmesini
isterim; intikamcı ve yeminli muhalefet hariç herkes aynı fikirde. “Aman
basiret” demekten dilimizde tüy bitmiş. Nedir yahu, kaçtan aşağı olmaz? El
mukadder lâ yugayyer!
0 comments
Write Down Your Responses