III. Abdülhamit Erdoğan Han’ın Jurnal Teşkilatı
Önceki yazımızda AKP, ABD ve AB’yi Türk
Silahlı Kuvvetlerini (TSK) ülke siyasetinin dışına çıkarmak amacında bir araya
getiren şartların nasıl oluştuğunu incelemiştik. Washington ve Brüksel’den
yeşil ışık gelmiş, Erdoğan ve Gül ikilisinin harekete geçmesi için şartlar
oluşmuştu.
Jurnal teşkilatı kurma talimatı
verildi
TSK’yı etkisizleştirmek için
AKP’ye karşı olduğu düşünülen ulusalcı/milliyetçi, general/amiral ve subayların
tasfiye edilmesi gerekiyordu. Ama Erdoğan ve Gül ikilisi kimlerin kendilerine
karşı, kimlerin taraftar olduğunu bilemezlerdi. Bu tespiti ancak TSK’nın
içinden birileri yapabilirdi. Aynı Abdülhamit’in yaptığı gibi bu işi yapacak
bir jurnal teşkilatına ihtiyaç vardı. Muhteşem ikili bu teşkilatı kurmakta
gecikmedi.
Jurnal teşkilatını kurma görevi
E. Korg. Altay Tokat’a verilmişti. Bu maksatla üç toplantı yapıldı. İlk
toplantı Cüneyt Zapsu, Abdülaziz Zapsu, E. Korg. Altay Tokat ve İbrahim
Bilgehan Taşdelen’in katılımıyla 11 Nisan 2004 Pazar günü Abant Otelinde
gerçekleşti. İkinci toplantı, Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, E. Korg.
Altay Tokat ve büyük olasılıkla Ömer Dinçer’in de katılmasıyla 12 Nisan - 26
Nisan 2004 arasında bir tarihte Ankara’da gerçekleştirildi. Üçüncü toplantı,
Ömer Dinçer ve E. Korg. Altay Tokat’ın katılımıyla 27 Nisan 2004 tarihinde
Tokat’ın çalışma ofisinde yapıldı. Bu toplantıların yapıldığını ve jurnal
teşkilatın kurulduğunu 1’inci Ergenekon Davası’nın 245’inci klasörüne giren
resmi dinleme kayıtlarından anlıyoruz.
Somut bir örnek olması maksadıyla
Cüneyt Zapsu’nun 14 Nisan 2004 günü gece yarısı, saat 00.21’de E. Kog. Altay
Tokat ile yaptığı telefon konuşmasını burada aynen aktaralım:
“Dediler ki, paşam dediler bir
ricamız daha var dediler, şu anda hükümet ile asker çok kötü abi. Çok kötü, çok
kötü, aşırı. Dediler ki, böyle böyle sayın işte abimizin [ Recep Tayyip
Erdoğan] bir ricası var, bir ekip kursun bize… görevlendirelim her bölgede,
Türkiye’nin büyük bölgelerinde askeri olarak istihbarat birimi kursun. Tüm
yetkilerle donatalım. Bir de dediler, sadece yani bu ülkenin gelişmesi için, bu
ülkeye zarar veren birimlerle ilgili bir takım işte bilgiler falan toplayalım.
Başına da sizi getirelim diye teklifte bulundular. (…) Dediler işte üç yüz beş
yüz falan filan şu bu kontrolleri sizin elinizde, gizli ödenek sizin elinizde.”
Genelkurmay’ın köstebeği
Başbakanın talimatıyla bu jurnal
teşkilatı kurulduktan sonra, hızla kendisine adam devşirmeye başladı.
Devşirilen yüzlerce kişiden herkesin tanıyabileceği, kamuoyunun gözü önünde
olan birinin hikâyesini sizinle paylaşarak mekanizmanın nasıl çalıştığını
anlatalım.
Yeniçağ Gazetesi yazarı Ahmet
Takan, emekli olduktan sonra AKP milletvekili yapılan aynı zamanda TBMM
Darbeleri Araştırma Komisyonu üyesi E.Hv.Plt.Tümg. Şirin Ünal hakkında bir yazı
kaleme alarak üç iddia dile getirdi. Bu iddialardan bir tanesine yer verelim:
“Aktütün karakoluna PKK’lı
teröristler tarafından yapılan saldırı sonrasında Şirin Ünal, Ankara’ya dönen
Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları hakkında çetele tutmuş ve
komutanların uçağa biniş saatleri ile Ankara’ya iniş saatlerini ceride haline
getirmişti. Ünal’ın hazırladığı ceride, Taraf Gazetesi’nde, Baransu’nun imzasıyla,
noktasına ve virgülüne kadar aynı şekilde manşetten yayımlandı. Bilgisayar’dan
iki suret renkli çıktı alan Ünal, ceridenin bir suretini gösterebildi, ancak
ikinci suretinin nerede olduğunu açıklayamadı. Ünal’ın elinde bulunan ikinci
suret nasıl olmuşsa Baransu’ya ulaşmış ve Taraf’a manşet olmuştu.”
Şirin Ünal 2004-2005 yılları
arasında Genel Kurmay Komuta Kontrol Daire Başkanlığı yaptı. Çok ilginçtir ki
bu şahıs teamüllerin dışında aynı göreve 2008-2010 yılları arasında tekrar
getirildi. Genel Kurmay Komuta Kontrol Daire Başkanlığı, her gün komuta
kademesine istihbarat bilgilerini de içeren önemli bilgilerin olduğu bir cep
kitapçığı hazırlar. Bu kitapçığın içerisinde Genelkurmay Başkanı ve II.
Başkanın programları da vardır. Anlaşıldığı kadarıyla Şirin Ünal bu kitapçık da
dâhil, elde ettiği birçok bilgiyi Başbakan ve tetikçi gazetecilere
ulaştırıyormuş. Emekli olduktan sonra milletvekili yapılması bu hizmetlerinin
bir karşılığıymış.
İşin ilginç yanı Şirin Ünal rakı
sofrasında içkisini yudumlarken, dikkati çekecek şekilde Başbakan ve AKP’ye
küfre varan eleştiriler yapan bir kimseydi. Meğerse AKP karşıtlığı, gizli
görevini maskeleme faaliyetinin bir parçasıymış. Aynı şahıs, 2011 Yüksek Askeri
Şurasında (YAŞ) emekliye sevk edildiğinde, Genelkurmay Karargâhındaki odasında
kendisini ziyarete gelen herkese dert yanıyor, emekliye sevk edilmesinde rol
oynadığını düşündüğü komutanların hepsine galiz küfürler yağdırıyordu. Şimdi o
komutanların çoğu hapiste.
Jurnal teşkilatının hedefi
TSK’nın gelecek 20 yılını şekillendirmek
Erdoğan’ın jurnal teşkilatının
elemanlarından birinin hikâyesini anlattıktan sonra, şimdi de teşkilatın ne işe
yaradığını daha iyi anlamanız için bir başka örnek verelim. E.Tuğg. Adnan
Tanrıverdi’nin “Hala darbe tehlikesi var!” başlıklı röportajından birkaç alıntı
yapalım. Tanriverdi darbe tehlikesini önleme konusundaki düşüncelerini söyle
açıklıyor:
“…Ergenekon davalarının açılması,
2010 Askeri Şurası ve bu sene (2011) Genelkurmay Başkanı’nın istifa etmesi gibi
gelişmeler birer dönüm noktasıdır…
…Askerin tam olarak sindiremediği
meseleler var. Yani silahlı kuvvetlerdeki kadrolaşmayı birkaç yıl içersinde
temizlemek mümkün değil. Silahlı kuvvetlerde, İslami inancı yaşayanların devlet
kadrolarında yer almasını bir tehdit olarak algılayan bir zihniyet iş başında.
Bu, zaman içersinde düzelecek…
…(Darbe tehlikesi) Tabii ki var.
İstikrarı devam ettirmek için tedbirleri almak lazım. Darbelerin dayandığı
yasal mevzuatı değiştirmek lazım. Askeri kadrolaşmayı milletin dokusunu
yansıtacak şekle döndürmek lazım. Bugün ancak belli bir ideolojinin sahipleri
subay astsubay kadrolarına geçebiliyor. Yetenekli olan aranıp seçilebilmeli.
Diğer ideolojik meseleler subay astsubay seçimini etkilememeli. Kadrolaşma ne
kadar sürede olmuşsa, normalleşme de o süre içersinde olacak. Bu darbe
geleneğinden tamamen kurtulmamız lazım…”
E.Tuğg. Tanrıverdi’nin yukarıda
altı çizili açıklamalarından TSK’nın mevcut komuta kademesindeki Atatürkçü,
laik, ulusalcı/milliyetçi general ve amirallerin tasfiye edilmelerinin yeterli
olmayacağını, (onun anlayışına göre) dindar bir kadrolaşma yaratılması için
albay ve altındaki rütbedeki subayların da iyi seçilmesi gerektiğini anlıyoruz.
Buraya kadar yaptığımız
incelemede TSK içersinde tasfiye edilmesi gereken subayların tespit edilmesi
için bir jurnal teşkilatı kurulmuş olduğunu tespit ettik. Peki, bu tasfiye
nasıl yapılacaktı? Şimdi geldik bu sorunun cevabına.
Hangi “İnternet Andıcı?”
Şimdi size ilginç bir
benzerlikten bahsedelim. 5 Ağustos’ta açıklanan Ergenekon kararlarında
“İnternet Andıcı” davasından hükümeti yıpratmaya yönelik kara propaganda
yapmaktan bir sürü subaya ceza yağdığını hatırlarsınız. Askerler, Bülent
Ecevit’in Başbakanlığı döneminde bizzat onun verdiği yetkiyle 5651 sayılı kanun
çerçevesinde bazı internet siteleri kurmuşlar. Bu siteler üzerinden irtica,
Ermeni meselesi, PKK gibi yıkıcı-bölücü faaliyetlere karşı medya faaliyeti
yürütmüşler. Ne ilginçtir, Erdoğan’ın Jurnal Teşkilatı da işe internet sitesi
kurarak başladı. 2004 yılından itibaren TSK’yı karalayan, yıpratmayı amaçlayan
bir sürü internet sitesi türedi. Halen bu sitelerden bir tanesi
www.pasakeyfim.us adresinden faaliyetine devam ediyor.
Zannedersem bir gün TSK’yı
yıpratmak amacıyla açılan internet sitelerine onay veren andıçların da kimler
tarafından imzalandığı ortaya çıkacaktır.
İçerdeki jurnalciler, hedefe
konulan subaylar hakkında topladıkları bilgileri bu sitelere gönderiyorlardı.
Gri propaganda taktiği benimsenmişti. Karalama taktiğinin tutması için
yalanların içine doğru bilgiler de yerleştiriliyordu. Jurnal teşkilatı, özellikle
generallik sırası gelen albayları hedef alıyordu. İmzasız mektuplar ve
elektronik postalarla onlarca general, yüzlerce subay sicilleri bozularak,
komutanlarının gözünden düşürülerek sistemden tasfiye edildi. Bir müddet sonra
bu faili meçhul mektupların etkisi azalmaya başladı, belli bir odaktan karalama
amacıyla yapıldığı anlaşılmıştı. Ayrıca teker teker iftira atarak yüzlerce,
binlerce kişiyi sistemden dışarı çıkarmak mümkün değildi. Daha radikal bir
çözüm gerekiyordu. Yine siyasi irade devreye girdi.
Askeri davaların hukuki zemini
hazırlanıyor.
AKP Hükümeti 25 Haziran 2009 günü
gece yarısı saat 01.30 da askerin sivil mahkemelerde yargılanmasının önünü açan
yasal düzenlemeyi alelacele Meclis’ten geçirdi. 8 Temmuz Çarşamba günü de
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yasayı onayladı. Bu yasa değişikliği neticesinde
Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 250. maddesinin 3. fıkrasında yapılan değişikle
nelerin önünü açıyordu hatırlayalım. Artık askerler;
Yasama organı ve Hükümete karşı
işlenen suçlar,
Devletin birliğini ve bütünlüğünü
bozmaya çalışmak,
Cumhurbaşkanına yönelik suikast
ve fiili saldırılar,
Hükümete karşı silahlı örgüt
kurmak ve silahlı isyan çıkarmak
Devletin güvenliğine ilişkin
belgelere karşı suçlar (çalma, sızdırma, yok etme gibi)
Siyasal ve askeri casusluk,
devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklamak gibi
suçlardan sivil mahkemelerde yargılanacaklardı.
Yasayla birlikte artık anayasal
düzenlemelere karşı işlenen suçlar, yani darbe girişiminde bulunanlar da ağır
ceza mahkemelerinde yargılanabilecekti.
Toplu tasfiye davalarına start
veriliyor.
Bu kanun değişiklikten sonra
açılan davalardan birkaç tanesini hatırlayalım:
Balyoz Davası: Taraf Gazetesinin
Mehmet Baransu imzalı 20 Ocak 2010 tarihli “Darbenin Adı Balyoz” başlıklı haberden
sonra, soruşturma, iddianamenin kabulü derken Balyoz Davası 19 Haziran 20010
tarihinden itibaren Özel Yetkili İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmeye
başladı.
İnternet Andıcı Davası: Yine
Taraf Gazetesinin 12 Haziran 2009 tarihinde gündeme getirdiği "İrticayla
Mücadele Eylem Planı" haberi, Özel Yetkili İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin 29 Nisan 2010 günü kabul ettiği iddianame ile davaya dönüştü ve
sonrada Ergenekon davası ile birleştirildi.
Askeri Casusluk ve Şantaj Davası:
28 Nisan 2010 tarihinde emniyet birimlerine gelen bir elektronik posta
ihbarıyla başlatılan soruşturma sonucunda kamuoyunda “casusluk ve fuhuş çetesi”
olarak bilinen davanın yargılamasına 20 Nisan 2011 günü Özel Yetkili İstanbul
11. Ağır Ceza Mahkemesinde başlandı.
İkinci Casusluk Davası: İzmir
Emniyet Müdürlüğü’ne 10 Ağustos 2010 tarihinde gönderilen yine bir elektronik
posta ihbarı ile başlayan süreç, İzmir 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 22 Ocak 2013
tarihinde iddianameyi kabul etmesiyle davaya dönüştü.
Örnek olarak verilen bu davaların
her birinde içlerinde onlarca general ve amiralin bulunduğu ezici çoğunluğu
kurmay olan 350 kadar subayın (toplam 1000’in üzerinde) yargılanmasına halen
devam edilmektedir.
12 Eylül 2010 Anayasa Değişikliği
Referandumu
Açıkça görüleceği üzere TSK’yı
tasfiye operasyonu yargı üzerinden yürütülmektedir. Peki, bu davalara bakan
savcı ve hâkimlerin hepsi, bu kadar bariz yapılan operasyonlara alet olacaklar
mıydı? Bu mümkün değildi. Bu soruna da bir çare bulunmuştu. 12 Eylül 2010
tarihinde yapılan anayasa değişikliği referandumu ile Anayasa Mahkemesinin üye
sayısı "11 asıl 4 yedek" üyeden "17 asıl" üyeye çıkarıldı.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) "7 asıl 5 yedek" üye
sayısı "22 asıl 12 yedek" üyeye çıkarıldı. Askeri yargıda da eksik
kalan düzenlemeler tamamlandı. Böylece yüksek yargı tamamen kontrol altına
alınarak özellikle HSYK sayesinde hangi mahkemeye hangi savcı ve yargıçların
atanacağına karar verme imkânı elde edildi.
İşte size peygamber ocağını
dağıtan mekanizmanın hikâyesi. Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül, Askeri
siyasetin dışına atmak için bu tasfiye operasyonunu başlatmışlardı, acaba
ordumuz onların arzu ettiği gibi siyasetin dışına mı çıktı, yoksa operasyon hiç
beklenmedik sonuçlar mı doğurdu? Hikâyenin bu kısmı bir sonraki yazımızda.
0 comments
Write Down Your Responses