Sıcak bir Türk sonbaharı
Danimarka ve uluslararası basın
Türk ilişkileri yazarı Robert Ellis, Gezi Parkı sürecinde, Suriye meselesinde
ve Kürt sorunu konularında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve diğer devlet
yetkililerinin sergilediği tavır hakkında bir yazı kaleme aldı.
Ellis, “Sıcak Bir Türk Sonbaharı”
başlıklı yazısında Türkiye'nin 81 ilinden 79'una sıçrayan Gezi Parkı
protestoları, bugüne kadar Erdoğan yönetimine karşı en ciddi tehdidi temsil
ettiğini söyledi.
İşte, Robert Ellis’in o yazısı:
SICAK BİR TÜRK SONBAHARI
Taksim olaylarından sonra
Erdoğan'ın tavırları, her türlü muhalefeti veya karşı çıkmayı bir komplo gibi
algılayan eski moda Arap komutanlarına benzedi. — Jihad al-Zein, eski AKP
taraftarı.
Hükümeti devirmeye teşebbüs
suçundan 34 yıl, 8 ay hapis cezasına çarptırılan Türk gazeteci Mustafa Balbay,
sıcak bir sonbahar geçeceğini tahmin ediyor.
Türkiye'nin 81 ilinden 79'una
sıçrayan Gezi Parkı protestoları, bugüne kadar Erdoğan yönetimine karşı en
ciddi tehdidi temsil ediyor. Bir Türk düşünce kuruluşu olan Avrasya Global
Araştırmalar Merkezi'nin (AGAM) raporu, Erdoğan'ın krizi ele alış biçiminin "stratejik
bir hata" olduğunu ve diyalog eksikliğinin, protestoların artmasına yol
açtığını yazıyor.
Protestocuların verdiği mesajın
anlaşıldığını söyleyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün aksine Erdoğan, bir dizi
miting düzenleyip göstericileri, Der Stürmer'inkini (1923-1945 arası çıkan
haftalık Nazi gazetesi) andıran bir dille "çapulcu, terörist ve
ayyaş" diye nitelendirdi. Bu onun halk arasındaki Kasımpaşalı kabadayı
imajını güçlendirmekten ve Türkiye'de zaten mevcut bulunan kutuplaşmayı arttırmaktan
öteye gitmedi.
Parlamento sözcüsü Cemil Çiçek,
Türkiye'nin entelektüel ve siyasi kesiminde uzlaşma kültürünün olmadığını ifade
etti; bir Türk eleştirmene göre geri adım atmak ve hata yaptığını itiraf etmek
Erdoğan'ın karakterinde yok. Tam aksine, Gezi Parkı eylemlerinin sonrasına,
Başbakan Erdoğan'ın Financial Times'ın "paranoyak hoşgörüsüzlük"
dediği çeşitli misillemeleri damgasını vurdu.
Protestocular Türkiye çapında
toplandı -Temmuz sonunda 715 kişi gözaltına alınmıştı-; bu sıkı önlemler hala
devam ediyor. Bu zaman zarfında Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), Gezi Parkı
protestolarına haberlerinde yer verdiği için 22 gazetecinin kovulduğunu,
37'sinin işten ayrılmaya zorlandığını ifade etti. Sınır Tanımayan
Gazeteciler'in Dünya Basın Özgürlüğü 2013 Endeksinde, "dünyanın en büyük
gazeteci hapishanesi" unvanıyla Türkiye'nin 179 ülke arasından 154. sıraya
yerleşmesine şaşırmamak gerekir.
Bunun yanısıra Başbakan Erdoğan,
taraftarlarına onun yönetimi aleyhine tencere tava çalan protestocu komşularını
ihbar etmeleri çağrısında bulundu; polis mahallelere "muhbir
kutuları" yerleştirecek, bu sayede şikayetler isimsiz olarak
yapılabilecekti.
AK (Adalet ve Kalkınma) Partisi
Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin protestocuların, hükümeti devirmeye
teşebbüs suçundan Türk Ceza Kanunu 312. maddesi gereğince müebbet hapis
cezasına çarptırılmaları gerektiğini söyledi.
Ayrıca direnişe katılan, boykot
düzenleyen, slogan atan öğrencilere burs verilmeyecek, futbol maçlarında siyasi
sloganlar atılmayacaktı.
İçişleri Bakanlığı üniversite
yerleşkelerinde güvenlik tedbirlerini arttırdı; sıcak bir sonbahar geçeceği
sorusuna Başbakan'ın cevabı: "Buna teşebbüs edenler, ülkenin tüm güvenlik
güçlerinden gerekli cevabı alacak ve haddini aşanlara haddi
bildirilecektir." demek oldu.
Hükümeti eleştiren ve Gezi Parkı
protestolarını destekleyen Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), bir
başka gece yarısı hamlesiyle her türlü şehir planlanmasından çıkarıldı ve
planları onaylama yetkileri kaldırıldı.
Türkiye'nin devlet kanalı TRT, başrol
oyuncuları Gezi Parkı gösterilerine katılıp hükümetle alay eden bir videoda
oynayınca popüler bir diziyi yayından kaldırdı. Aynı yaptırımlar, göstericileri
destekleyen bir brifing veren THY çalışanlarına uygulansaydı, bu hareket
Avrupa'nın dördüncü büyük hava taşımacılığı şirketi olan Türk Hava Yolları için
talihsiz sonuçlar doğurabilirdi.
Bu toplu paranoya kendi kendini
besleyip akıl almaz boyutlara ulaştı. AKP'nin eski bir mebusu olan Burhan Kuzu,
Gezi Parkı protestolarının ardında, İstanbul için planlanan üçüncü havaalanının
Frankfurt Havaalanı'na rakip olacağı endişesini taşıyan Almanya'nın bulunduğunu
iddia etti. Başbakan her şeyin arkasında "faiz lobisinin" bulunduğunu
söylerken, milletvekili Beşir Atalay "Yahudi diyasporasını" suçladı.
Başbakanın yeni atanan
başdanışmanı Yiğit Bulut, karanlık güçlerin başbakanı telekinezi yoluyla
öldürmeye çalıştığını iddia ettiğinde aklı başında herkesin bununla alay etmesi
beklenirdi ama maalesef bu tür komplo teorileri gerek hükümet çevrelerinde
gerekse halkta yankı buldu.
Bu türden düşünceler dış
politikaya uyarlandığında, talihsiz sonuçlar doğurabilir. Erdoğan aynı zamanda,
Mısır'da Mursi'ye ve Müslüman Kardeşlere karşı ayaklanmaların arkasında
İsrail'in bulunduğuna dair elinde "delil" olduğunu ileri sürdü ama bu
ifadesini Beyaz Saray sözcüsü Josh Earnest, "saldırgan, ispatlanmamış ve
yanlış" diyerek yalanlandı. Yine de, Erdoğan ısrarlarını sürdürdü. Kısa
süre önce Bursa'da yaptığı konuşmada, "Bugün Mısır, yarın belki de
Türkiye," dedi.
TÜRK DIŞ POLİTİKASI
AKP hükümetinin Tük Dış
Politikası bir hayal üstüne kurulu gibi: Osmanlı İmparatorluğu rönesansında
Türkiye'nin Arap dünyasına liderlik etmesi. Gözünü İngiliz Milletler
Topluluğuna diken Türkiye; Balkanlar, Orta Doğu ve Orta Asya'daki Osmanlı
topraklarındaki eski liderliğini yeniden sağlamaya koyuldu. "Komşularla
sıfır sorun" denilen bu politika, Erdoğan'ın önce dış ilişkiler danışmanı,
sonra da Dış İşleri Bakanı olan Profesör Ahmet Davutoğlu tarafından ortaya
konmuştu. Bu "stratejik derinlik" politikası, Türkiye'nin ortak bir
geçmiş ve coğrafya paylaştığı ülkelerle olan coğrafi ve tarihi bağına
dayanıyor; Davutoğlu'nun sözleriyle, "ortak çıkar ve ortak ideallere
dayalı bölgesel bir sahiplenme duygusu."
İstanbul Üniversitesi'nde siyasal
bilimler öğretim üyesi olan ve AKP hükümeti politikalarını eleştiren Nuray
Mert'in bakış açısı farklı. "Yeni Osmanlıcılık veya İslamizm veya İslami
yeni Osmanlıcılık, şanlı geçmiş hayallerine, Türkiye'nin bugünkü gücünün abartılmasına,
bögesel ve uluslararası politikaların karmaşıklığının hafife alınmasına
dayanıyor."
Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun
partisine inananlara söyledikleri, Nuray Mert'in "irredantist (kaybedilen
toprakları geri isteyen) milliyetçilik" diye adlandırdığı bir yapıyı
ortaya koyuyor. Davutoğlu geçen yıl Konya'da İslami yeni dünya düzenine
(nizam-ı alem) ve Türkiye'nin bir dünya gücü olarak rolüne dair görüşlerini
açıkladı. "Bu, Orta Doğu'dan çıkışımızın yüzüncü yıldönümü. 1911 ile 1923
arasında her neyi kaybettiysek, hangi topraklardan çekildiysek, 2011 ile 2023
yılları arasında bu topraklardaki kardeşlerimizle yeniden buluşacağız. Bu,
bizim tarihi görevimizdir."
Suudi Arabistan ve Katar ile
birlikte Sünni bir eksen yaratma ve Suriye'de bir rejim değişikliğini etkileme
görüşü, Mısır'da Mursi'nin ve Müslüman Kardeşlerin düşmesiyle ve Suudi
Arabistan'ın darbeye destek vermesiyle yenilgiye uğradı. Bundan başka
Türkiye'nin yalnızca Suriye ile değil, aynı zamanda Irak, İran, İsrail,
Ermenistan ve Kıbrıs ile ilişkileri de bozuldu.
Erdoğan'ın bir başka danışmanı
İbrahim Kalın attığı bir twit mesajında, Türkiye'nin yalnızlığını "değerli
bir yalnızlık" olarak nitelendirdi ama Lübnanlı eleştirmen Jihad al-Zein
Türkiye'nin Müslüman bir ülke olma modelinin, AKP hükümetinin "yanlışta
direnen dış politikaları" sebebiyle zarar gördüğüne inanıyor.
Davutoğlu'nun megalomanisi,
sürekli Türkiye'nin Osmanlı geçmişine atıfta bulunan Başbakanı daha da
yüreklendirmekten öteye gitmedi. Erdoğan geçen yıl Eylül ayında yapılan AKP kongresinde
hükümetin, Osmanlı padişahları Sultan II. Mehmet ile I. Selim'in yolundan
gittiklerini söylemekle beraber Boğaziçi'ne yapılacak yeni köprüye Osmanlı
İmparatorluğu'nun topraklarını genişleten I. Selim'in ismini vermek istedi.
Bir zamanlar sıkı bir AKP
taraftarı olan Jihad al-Zein şimdi, Erdoğan'ı Türkiye'nin ilerleyişinin önünde
bir engel, Türk çıkarlarına tehdit ve hatta zarar veren biri olarak görüyor.
Kısacası, "Taksim olaylarından sonra Erdoğan'ın tavırları, her türlü
muhalefeti veya karşı çıkmayı bir komplo gibi algılayan eski moda Arap
komutanlarına benzedi."
YURTİÇİ MUHALEFET
Bugünlerde siyasallaşan
gençlikten başka Erdoğan'ın yurt içinde karşılaştığı başka tehditler de var.
Bunlardan biri, cemaatin (Gülen hareketi) desteğini çekmesi. Oysa Erdoğan'ı
iktidara getiren bu çıkar yakınlaşmasıydı.
Cemaatin polis ve hukuk sistemi
üzerindeki kontrolü sayesinde, ünlü iki dava (Balyoz ve Ergenekon) vasıtasıyla
askeri dize getirmek ve AKP hükümetinin muhaliflerini tutuklamak mümkün
olmuştu.
Özellikle 2011 seçimlerinden
sonra Gülenciler, liberaller ve merkezde yer alanlar AKP aday listelerinden
çıkarıldığında ilişkiler bozularak düşmanlık derecesine ulaştı. Pennsylvania'da
ikamet eden cemaat lideri Fethullah Gülen Haziran 2010'da, İsrail ile ilişkileri
bozan Gazze filosunu hükümetin gizliden desteğini eleştirdi: "ABD'deki
bazı kişilerin Türkiye'yi radikalizmin merkezinde gördüğünü duyuyorum."
Şubat 2012'de, MİT başkanı Hakan
Fidan için tutuklama kararı çıkartıldığında, Erdoğan'ın otoritesine doğrudan
meydan okunmuştu. Fidan, PKK ile gizlice görüşmeler yapması için iki diğer MİT
yetkilisiyle birlikte Erdoğan tarafından özel olarak seçilmişti. AKP hemen MİT
yetkililerini korumak için, başbakanın izni olmaksızın soruşturma açılmasını
engelleyen bir yasa geçirmiş ve polis teşkilatını cemaat mensuplarından
arındırmaya başlamıştı.
Erdoğan'ın "devlet içinde
farklı bir güç" olacağı endişesiyle, Balyoz ve Ergenekon davalarında ne
denli etkin olduğu kanıtlanan özel yetkili mahkemeler kaldırıldı. Hükümet,
%60'ının Gülen cemaati denetiminde olduğuna inandığı dershaneleri de kapatmayı
planlıyor.
Bu sürtüşme, Gülen cemaatinin
Zaman gazetesinde Erdoğan'ın eleştirilmesi ve Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın
cemaate yönelik suçlamalara ilişkin cevabıyla açığa çıktı.
KÜRT SORUNU
Erdoğan'ın otoritesine tehdit
oluşturan bir başka unsur da, terör örgütü yönetme suçundan İmralı'da hapis
yatan Abdullah Öcalan'ın sözcüleri, BDP milletvekilleri ve PKK ile yürütülen
Kürt barış sürecinin sona ermesi. PKK militanlarının yalnızca %20'sinin Türkiye'den
ayrıldığına inanılıyor; eğer bu Eylül açıklanması beklenen reform paketi
Kürtlerin beklentilerini karşılamazsa ciddi sonuçlar doğurabilir. PKK'nın
askeri kanadının lideri Cemal Bayık, Türk hükümetinin başlattığı barış
sürecinin yıkılmanın eşiğine geldiğini ve PKK'nın yeni bir savaş başlatmaya
hazır olduğunu söyleyedi.
BDP'li milletvekili Altan Tan,
hükümetin Kürtlere gizlice genel af sözü verdiğini iddia etti; bu, aynı zamanda
Abdullah Öcalan'ın da serbest bırakılması demek. Eski genel Kurmay Başkanı
İlker Başbuğ'un "terör örgütü yöneticisi olmak" suçundan müebbet
hapis cezasına çarptırıldığı düşünülecek olursa bu af, Balyoz ve Ergenekon
davalarını kapsayacak olsa bile Türklerin çoğunluğu için kesinlikle kabul
edilemez.
Yine Tan'a göre, Başbakan Erdoğan
Mart 2014'te yapılacak yerel seçimlerde, Ağustos 2014 cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde ve Haziran 2015'teki genel seçimlerde Kürtlerin desteğine karşılık
olarak genel af sözü vermiş.
KRG başkanı Mesut Barzani, kuzey
Irak'taki Erbil'de Irak, İran, Türkiye ve Suriye'den Kürt temsilcilerin
katılımıyla bir pan-Kürt Ulusal Konferansı yapılması çağrısında bulundu. Türk
aşırı milliyetçi Yeniçağ gazetesinin yakın zaman önce yazdıkları doğruysa,
Büyük Kürdistan'ın sınırları bu konferansta belirlenecekse, bu karar bölgedeki
hassas durumu iyice sarsacaktır.
Türkiye'nin Suriye'deki Beşar el
Esad rejimini düşürme planları geri tepti. Türkiye; Avrupa, Kafkaslar,
Afganistan ve Kuzey Afrika'dan gelen cihat savaşçılarının geçiş yolu gibi
hareket etti. Bundan başka muhalefete, Başbakan Erdoğan'ın "lojistik
destek" dediği yardımı da sağladı. Ama El Kaide'ye bağlı Cabhat el-Nüsra
ile PKK'nın Suriye'deki siyasi uzantısı olan Kürt PYD (Demokratik Birlik
Partisi) arasında çatışma çıktı. Türkiye sınırındaki Ras el-Ain şehri Kürt
güçler tarafından ele geçirildi.
Mesut Barzani ile KRG'nin
desteğini alan PYD'nin nihai hedefi, tıpkı Türkiye'deki PKK gibi, Türkiye'nin
karşı çıktığı bir Kürt otonom bölgesi kurmak. Türkiye, milletin iradesini
temsil eden parlamentonun vereceği kararı kabul edecek bir değişiklik yapmış
olsa da, Suriye'nin yaklaşan düşüşü göz önünde bulundurulduğunda bu, pek mümkün
olacağa benzemiyor.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, BM
Güvenlik Konseyi'ni Suriye'ye müdahale etmesi için defalarca uyardı ama ABD'nin
"kısıtlı ve ölçülü" bir tepkisi bile Kosova'daki gibi bir müdahale
çağrısında bulunan Başbakan Erdoğan'ın beklentilerini karşılamaya yetmeyecekti.
Öte yandan Cumhurbaşkanı Gül'ün siyasi bir strateji uygulanması çağrısı, devlet
adamına daha yakışır bir tepkiydi ve iki Türk lideri arasındaki farkı ortaya
koyuyordu.
Kemal Atatürk'ün "Yurtta
sulh cihanda sulh" sözü, Davutoğlu ve Erdoğan ikilisi tarafından tersine
çevrildi ama şimdi cevaplanması gereken soru, sıkıntılı Orta Doğu'daki
"istikrar merkezi Türkiye rolünü" kimin yeniden inşa edeceği.
Çeviri: Petek Demir
0 comments
Write Down Your Responses