"Başbakan bölücülüğü teşvik ediyor"
Zaman gazetesi yazarı Şahin Alpay
bugünkü köşesinde yine Başbakan Erdoğan’a önemli eleştirilerde bulundu. AKP’ye
ve Erdoğan’a yaptığı eleştirilerle, Başbakan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın
hedefe koyduğu Şahin Alpay, “iktidarların diktatörlüğe dönüşme tehlikesinden”
bahsetti ve Başbakan Erdoğan’ın “bölücülüğü teşvik ettiğini” yazdı.
İşte Zaman yazarı Alpay’ın
“Demokrasinin namusu özgürlüklerdir” başlıklı o yazısı:
“Başbakan Erdoğan’ın son aylarda
bazen Mısır, bazen Türkiye bağlamında tekrarladığı bir tema şu: “Sandık,
demokrasinin namusudur.” Sayın Başbakan’a itirazım var, çünkü “sandık” yani
iktidarın seçimle belirlenmesi, demokrasinin “namusu” değil ta kendisidir.
Hür ve adil olmak koşuluyla; yani
hile karışmaması, seçme özgürlüğü olması, verilen oyların (örneğin bizdeki %
10’luk gibi aşırı yüksek seçim barajları dolayısıyla) çöpe gitmemesi şartıyla
seçimler, elbette ki demokrasinin olmazsa olmazıdır. Ama hür ve adil seçimle
gelen iktidarlar, yurttaşların temel hak ve özgürlüklerine saygı göstermezse,
demokrasi kolaylıkla otoriter bir yönetime, hatta diktatörlüğe dönüşebilir.
Yani “sandık”, pekâlâ diktatörlükle özdeş hale gelebilir. Etrafımıza
baktığımızda çok örneği görebiliriz.
Bu nedenle günümüz dünyası, bu
arada katılım müzakereleri yürüttüğümüz Avrupa Birliği demokrasiyi yalnızca hür
ve adil seçim olarak değil, aynı zamanda yurttaşların gerek bireyler, gerekse
etnik ve dinsel gruplar olarak hak ve özgürlüklerinin tanındığı, “özgürlükçü ve
çoğulcu” demokrasi olarak anlamakta ve tanımlamaktadır. Kopenhag Siyasi
Kriterleri ne diyor? AB’ye üye olabilmesi için aday ülkede “demokrasiyi (yani
iktidarın seçimle belirlenmesini), hukuk devletini, insan haklarını ve azınlıkların
saygı görmesini ve korunmasını güven altına alan kurumların istikrar kazanmış
olması” gerekir. Dolayısıyla, evet “sandık” demokrasinin “olmazsa olmazı”dır,
ama demokrasinin “namusu”, yani onu gerçek kılacak olan, bireylerin ve
grupların (hangi büyüklükte çoğunluğa dayanırsa dayansın, hiçbir iktidar
tarafından çiğnenemeyecek) temel hak ve özgürlükleridir. Özgürlükler ihlal
edildiği için Avusturya AB’den çıkarılma tehdidi altında kalmıştı; şimdilerde
de Macaristan o konumda.
AB, Türkiye’nin AKP iktidarı
altında Kopenhag Siyasi Kriterleri’ni “yeterince” yerine getirdiğine karar
vermiş ve katılım müzakerelerini başlatmıştır. Ama herkes gibi AKP hükümeti de
iyi bilmektedir ki, kriterleri “tam olarak” yerine getirmekten uzağız. Bunun
için sürekli olarak “demokrasi paketleri” çıkarıyoruz. Bunun için yalnız
bireylerin (insanların) değil grupların (Kürtlerin, Sünnilerin, Alevilerin,
gayrimüslimlerin) hak ve özgürlüklerini güven altına alacak reformlar yapma
gereğini duyuyoruz.
Özgürlükleri güven altına alma
ihtiyacının belki en güncel örneği Başbakan’ın şu sözleri: “İkinci bir devlet
isteyenler kusura bakmasınlar. Onlar kendilerine nerede devlet buluyorlarsa,
buyursunlar gitsinler.” Erdoğan, dün hemen bütün sağcı politikacıların ortak
sloganı “Komünistler Moskova’ya!”, Süleyman Demirel’in “Türban gericiliktir,
başörtülüler Suudi Arabistan’a!” haykırışını hatırlatan bu sözleriyle
bağımsızlık yanlısı Kürtleri ülkeyi terk etmeye çağırıyor. Oysa fikir, ifade
özgürlüğü demokrasinin “namusu”dur. Çağdaş demokraside şiddeti dışlamak
koşuluyla bütün fikir ve tercihler serbestçe ifade edilebilir. Onun içindir ki,
İskoçya gelecek yıl bağımsızlık için referandum yapacak. Onun içindir ki,
İspanya’da Baskların ve Katalanların, Belçika’da Flamanların, Kanada’da
Quebec’lilerin birçoğu bağımsızlık için referandum istiyor. Kimse onlara
“buyrun gidin” deme hakkına sahip değil. Türkiye’de bağımsızlık isteyen
Kürtlerin küçük bir azınlık olması, Başbakan’a onlara “buyrun gidin” demek
hakkını asla vermez. Ayrılıkçılığı, “bölücülüğü” teşvik etmenin bir yolu da
budur.”
0 comments
Write Down Your Responses