ABD’nin İslam ülkeleri ile olan
ilişkilerinde, köklü değişiklikler olacağının işaretleri çoğaldı.
Amerika’nın El Kaide ve
türevlerini kullanma konusunda içine girdiği tereddüt derinleşti.
Dünya kamuoyunda ve hatta
Müslüman ülkelerde, Kaide’ye karşı gelişen tepkiler, Rusya ve İran’ın Suriye
konusunda yürüttükleri siyaset, Amerika’nın siyasetlerinde değişikliklere sebep
oldu.
Aslında Amerika orta doğuda
istediği hiçbir şeyi elde edemedi. Esas itibari ile bölgede yenildiler.
Vietnam’da olduğu gibi onurlu
çekiliş senaryoları hazırlıyorlar.
Olağandışı bir durumda geri
bölgeye dönüş kanallarının açık tutulmasına gayret ediyor.
Amerika’nın, on üç yıldır
sürdürdüğü, İran’a karşı Sünni Hilali yaratma, yani Sünnilerle Şiileri birbirine
vurdurma siyasetinin, ABD’ye yaramadığını, ABD anladı.
Sadece ABD değil, Avrupa
halkları, Rusya ve Çin de bu siyasetlere karşı tavırlıdır.
Şiilere karşı Sünnileri
destekleyerek bölgede Amerika’ya bağımlı yönetimler oluşturma işi tıkandı.
Siyasi iktidarın
politikalarına,son gelişmeler ışığında baktığımızda, Müslüman Kardeşler ve
onların radikalleşmiş hali olan Kaide ile birlikteliği bir işe yaramaz duruma
düşmüştür.
AKP’nin uyguladığı dış siyaset,
bu anlamda da boşluğa düşmüştür.
İran’a karşı, ABD’nin talimatları
ile uygulanan ambargolar ve düşmanca tavır, AKP’nin elinde kalmıştır.
Hükümetin, daha önce, ABD ile
İran arasında diyalog temin etme şansı varken, şimdi o da elden çıkmıştır.
ABD İran’a düşman diye, Hükümet
de İran’a düşman olmuştu.
Şimdi ABD siyaset değiştirince,
Hükümet ortada kaldı.
Özetle, Hükümetin asıl niyeti
Sünni birliktelikler olduğu için şimdi seçeneksiz kalmıştır.
Bu siyasetler, Suriye devletini
Güney komşumuz olmaktan çıkarmış, Kaide ve Nusra ile komşu durumuna sokmuştur.
Bölgede barışı sağlamak için hala
bir şans vardır.
Siyasi iktidarın radikal dinci
guruplara verdiği desteği çekmesi halinde, barışa Türkiye’nin katkısını
sağlamış olacaklardır.
Suriye devleti açıklamıştır.
“Eğer Türkiye ve diğer ülkelerin
isyancılara verdiği destek durursa, iki hafta da terörden arınmış bir Suriye
olur” dedi.
Radikal dinci guruplar, şimdi
Suriye kadar Türkiye’nin de sorunu olmuştur.
Hep söyledik.
AKP ülkemiz için sadece güvenlik
sorunu olmayıp, hem siyasi, hem sosyal, hem de kültürel tehdittir.
Irak’ın bölünmesine yardım
ettiler, Suriye’nin harap olmasına yardım ettiler, paketlerle de Türkiye’yi
bölmenin peşindedirler.
Bülent Esinoğlu
bulentesinoglu@gmail.com
Abdullah Gül’ün BM Genel Kurulu dolayısıyla yaptığı ABD ziyaretinde
verdiği mesajlar üzerinde durmaya değer.
Suriye konusunda her zamanki atıp
tutmalarının yanı sıra önemli olan, İran’la birlikte hareket etmek ve sorunu
barışçı yollardan çözmek konusunda söyledikleridir.
Gezi olaylarının başlangıcından
gurur duyduğunu söylemesi de dikkat çekiciydi.
Keza Washington’da gazetecilerle
konuşurken “İslam Dünyasının Ortaçağı yaşadığından” bahsetmesi, Batı’ya verilen
farklı bir mesaj olarak görülmelidir. Vb.
Boşalacak göreve talip olma
Abdullah Gül’ün açıklamalarında,
kendini Tayyip Erdoğan’dan ayırma gayreti göze çarpıyor.
Altı çizilmesi gereken nokta, bu
tavrın son zamanlarda Batılı merkezlerden AKP ve Tayyip Erdoğan’a yönelen
eleştirilerle uyum halinde olmasıdır.
Aynı uyum, F Tipi Örgütün
konumlanışında da görülmektedir.
Kısacası Gül-Gülen ikilisi,
önümüzdeki dönemde birilerinin “deliğe süpürülme” ihtimaline göre politika
yapmaktadırlar.
Daha açık bir deyişle, görev
veren merkeze; “Biz varız ve her konuda sizinle uyum halindeyiz” demektedirler.
AKP bitmiştir
Bütün bunlar, AKP iktidarının
artık bir duvara dayanmış olduğu gerçeği ile doğrudan bağlantılıdır.
Sıcak paraya bağlı olarak yürüyen
ekonomi, dönemi bitmiştir.
Haziran ayaklanmasından sonra
Türkiye, AKP eliyle yönetilebilir bir ülke olmaktan çıkmıştır.
“Kürt Açılımı” aşağı tükürsen
sakal, yukarı tükürsen bıyık halini almıştır. AKP, ne yapacağını şaşırmıştır.
Suriye’de AKP tarafından beslenip
büyütülen terör Türkiye’yi vurmaya başlamıştır. Artık herkes Türkiye’nin
Pakistanlaşmasından, Suriye ile sınır illerimizin ise Peşaverleşmesinden söz
ediyor.
Esad’ın terörizme karşı
mücadelesinde kazandığı her zafer, AKP’nin mezarına vurulan bir kazma anlamına
geliyor.
Ve nihayet İslam dünyasında
“Ilımlı İslam”ın Mısır’dan başlayarak yaşamaya başladığı yenilgi, aynı zamanda
AKP’nin yenilgisi olmaktadır.
AKP ve Müslüman Kardeşler
türünden “Ilımlı İslamcıların” son kullanma tarihi yaklaşmaktadır.
Bu gerçeği, hiç şüphe yok
öncelikle, son dönemde İslam Dünyasında en uygun işbirlikçi olarak “Ilımlı İslamcıları”
seçen ABD saptadı.
Yeni duruma uygun politikalara
yöneldi. ABD açısından şimdi Müslüman ülkelerde “at değiştirme” zamanı.
“Yeni at” rolüne talip olanlar
Elbette bütün bu söylediklerimiz
ABD’nin artık Tayyip’ten vazgeçtiği, Gül-Gülen ikilisinin ise AKP defterini
kapattıkları anlamına gelmiyor.
Aleyhine olan bütün gelişmelere
rağmen AKP (Tayyip Erdoğan), alternatif iktidar olacak güç ortaya çıkmadığı
müddetçe işbaşında olacaktır.
Batı da (ABD), Gül-Gülen ikilisi
de bu gerçeği bilir ve ona göre hareket ederler.
Dolayısıyla Gül ile F Tipi
Örgütün çıkışlarının; birinci olarak Batı açısından şimdilik AKP’ye ayar vermek
gibi bir işlevi vardır.
İkinci olarak ise bu çıkışlar;
gerektiğinde hemen devreye sokulacak “Yeni at”ı hazırlamak anlamına gelmektedir.
Veya “Yeni at” olmaya
hazırlanmak…
Gül ile Gülen’in mecburi
istikameti
Abdullah Gül ile Fethullah Gülen
açısından, önlerinde talip oldukları rol dışında bir seçenek yoktur.
Exeter diplomalı Abdullah Gül,
ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ile 2 Nisan 2003 günü 2 sayfa 9 maddelik
hizmet sözleşmesi imzalayarak kendisini kayıtsız şartsız ABD politikalarına
bağlamıştır.
Türk milletinden gizlenen ıslak
imzalı belge, Gül’ün “kaderidir”.
Dolayısıyla Abdullah Gül, o ıslak
imzalı belgenin belirlediği yolda sonuna kadar gidecektir.
Pensilvanya’da CIA’nın kanatları
altına sığınarak dincilik yapan zat ise onun bu yoldaki yoldaşıdır.
Mehmet Bedri Gültekin
mbgultekin@ip.org.tr
Ankara’daki eylemde, Ethem
Sarısülük’ü katleden çevik kuvvet polisi Ahmet Şahbaz, duruşmaya, sivil
memurlar korumasında, kafasında peruka, gözünde kalın çerçeveli bir gözlükle
teşrif buyuruyor. Emniyet, tebdil-i kıyafette değişiklik yapıyor galiba.
Simitçi, kestaneci, piyangocu derken ‘postiş’ falan da takmaya başlayacaklar
demek! ‘Ters orantılı güçle’ karşılık vermenin bir bedeli olmalı.
PERUKA
Numarası silinmiş kask kafanda,
tanınmadan, elinde biber gazını fitillediğin tüfek ile salladığın copu,
insanların bedenlerine, ‘için’ hiç sızlamadan indirmek kolay! Sen ‘daha da
ileri demokrasinin’ gereğini yerine getirdin! Başbakan Erdoğan’ın emriyle tam
‘destan’ yazdın! Ama analar, aileler, giden çocuklarına ağıtlar yakıyor kimin
umurunda. Sarısülük’ün ailesi, üzerine yürüdüğünde çıkan arbedede, perukan bir
tarafa, arkasına saklanmaya çalıştığın kara gözlük başka tarafa savruldu. Ama
‘kask kafalı’ halinde böyle tehlike yoktu tabii. Perukan dosyana konup, emanete
gönderildi. Sen ne yap biliyor musun çıkınca? Antalya Tıp Fakültesi’ne başvur,
sana ‘yüz nakli’ yapsınlar.
YAĞLI KALASLAR
Bu arada ‘Kara Kartallara’
beklenen ‘müdahale’ gecikmedi! Beşiktaş-Galatasaray maçının uzatmalarında bir
‘seyirci değişikliğine’ gidildi. Tribünlerden sahaya, ‘yağlı kalaslar’
üzerinden ‘1453 grubu’ indi. ‘Fatih’in torunları’, Tokyo’ya inat, Olimpiyat
Stadı’nı zapt eyledi. Fazlalıkları, çevik kuvvet dışarı aldı. 90+3’te yorulan
futbolcular için de sahaya, barışı simgeleyen, ‘beyaz plastik sandalyeler’
gönderildi. ‘Turuncu formalı’ güvenlikçiler ise oyuna ‘3. bir takımın’ girdiği
hissini uyandırdı. Güvenlikçiler, havada uçuşan sandalyelerden kaçarken, bir o
yarı sahaya, bir öteki yarı sahaya doğru ‘ısınma turları’ attı. Melo’yu oyundan
atan hakem, bir ara ‘kırmızı kartına’ elini atar gibi oldu ama o kadar kişiye
‘kimlik tespiti’ yapamayacağını anlayınca vazgeçti! Düdük çalmaya kalkışırken
de ‘lakabını’ duymamak için onu da bıraktı.
ÇARŞI’YA ‘AVM’
Stadın kimi kapıları, ‘Suriye
sınırını’ aratmaz oldu. Polis bilet kesti, bir tek amigoluk yapıp, saha dışına
çıkan meşin yuvarlağı toplamadı. Pehlivanköy’ün ‘Pavli Panayırı’ sanki!
Provokasyonun sinsi kokusu, çim sahanın aromasına karışmıştı bir kere. Aslında
maç, Recep Tayyip Erdoğan Stadı’nda oynanıyordu. Beşiktaş’a 4 maç seyircisiz
oynama cezası verilmesiyle, önümüzdeki hafta burada Rizespor’la sahaya çıkacak
Kartal’ın taraftarlarına karşı bir ‘Çaykur ayarı’ çekilmişti. Yeni açılan
‘Bingöl Metrosu’ gibi ‘Çarşı Grubu’ da ‘tünel kazıp’ girer valla stada.
Taraftar avı da başlatıldı bu arada. ‘Beşiktaş’ın verilmiş sadakası varmış’
demeli. Sayın Başbakan, ani bir kararla, Çarşı’yı istimlak edip, oraya bir AVM
kondurma, rezidans dikme yoluna da gidebilirdi. Neyse ki bugünlerde Necip
Fazıl’ın‘Büyük Doğu Hareketi’ ile meşgul oluyor!
PENNSYLVANİA
Hükümetin farklı kesimleri karşı
karşıya getirme stratejisine Fethullah Gülen Hoca Efendi de katıldı.
Tuzluçayır’da temeli atılan, bitişik nizam ‘cami-cemevi projesine’, Alevi dostlarımızdan
tepkiler gelmişti. Pennsylvania’lı Fethullah Hoca’nın,‘3 semavi dini’
‘harmanlama’ gibi bir ütopyası vardı! Hatta Papa’ya, Harran’da bu dinlere,
görevli yetiştirecek ilahiyat üniversitesi kurmayı teklif etmişti. İstanbul’da
da Hıristiyan din adamlarıyla buluşmuştu. Hoca Efendi Cemaati’nde, bunun kod
adı ‘dinler arası diyalog.’
IŞIK EVLERİ
Hem İsa’ya, hem Musa’ya
yaranamayacağına kanaat getiren hocanın rotayı değiştirdiği anlaşılıyor. Yargı,
Emniyet, MİT gibi kurumlara konuşlandığı iddiaları yanında, Alevilere sızmaya
mı gelmişti sıra? Yoksa Gülen, ‘ışık evlerine’, şimdi de ‘cem evlerini’
eklemlendirmeye mi çalışıyordu acaba? ‘Cami yanında cemevi olursa kabul görür’
tarzı yaklaşım, inanç özgürlüğüne karşı bir darbedir. Aynı evsafta bir cami ve dede
evi mi olacak sonuçta? Yoksa cemevi, caminin yanında ‘müştemilat’ gibi mi
kalacak? Hani Başbakan Erdoğan, Karacaahmet’teki dede evine ‘ucube’ diyecek
kadar da Aleviydi ya! Sonra cemevinin elektrik ve suyu, kaçak olarak camiden mi
çekilecek? Gülen okullarındaki gibi cemevi, bilgisayarlarla mı donatılacak? Dil
ve fen laboratuarları da kurulacak mı? Efendi hoca bağlama çalıp, semah mı
dönecek? ‘Fethullah Hoca’, bundan sonra ‘Fethullah Dede’ de mi olacak?
NİSPET VERİR GİBİ
Bu girişim, Ramazan ile Muharrem’i
yan yana getiriyor gibi bir izlenim uyandırsa da, yeni versiyon, bir
asimilasyon politikasıdır. Camiyi, cemevinin hamisi durumuna sokuyor çünkü.
Göstermelik yakınlıklarla, geçmişin izlerini silmek kolay değil. Cemevlerine
‘ibadethane statüsü’ verilmedikçe, ayrımcı politikalardan vazgeçip, Alevi
yurttaşlarımıza da müdür, vali, general, bakan olma yolu açılmadıkça, nüfus
kâğıtları elden geçirilmedikçe, nispet verir gibi 105 bin civarında personeli,
4,5 milyar lirayı aşan bütçesiyle, Diyanet İşleri Başkanlığı, sadece bildiğini
okudukça yol alınamaz, haksızlıklar giderilemez.
GEZİ PARKI
Başbakan Erdoğan, “Birilerinin
sesi çok çıkıyor” diyor. Aynı Başbakan, pazartesi günü ‘demokrasi paketini’
açacak. Bu nasıl bir paradoks, ne menem bir dilemma birader! İçerde, “Koalisyon
istikrarı bozar” argümanını getiriyor. Dışarıda, Suriye’ye dalmak için “Her
türlü koalisyon içinde yer alırız” buyuruyor. Böyle bir dış koalisyonun,
memlekete yansıması nice olur? Galiba bu ‘demokrasi paketi’ de Gezi Parkı gibi
bir açılıp, bir kapanacak. Paketten önce, okyanus ötesinden gelen ilk Alevi
açılımını müşahede ettik! Cemevleri, Femevleri mi olacak yoksa?
Mert Ali Başarır
Zaman gazetesi yazarı Şahin Alpay
bugünkü köşesinde yine Başbakan Erdoğan’a önemli eleştirilerde bulundu. AKP’ye
ve Erdoğan’a yaptığı eleştirilerle, Başbakan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın
hedefe koyduğu Şahin Alpay, “iktidarların diktatörlüğe dönüşme tehlikesinden”
bahsetti ve Başbakan Erdoğan’ın “bölücülüğü teşvik ettiğini” yazdı.
İşte Zaman yazarı Alpay’ın
“Demokrasinin namusu özgürlüklerdir” başlıklı o yazısı:
“Başbakan Erdoğan’ın son aylarda
bazen Mısır, bazen Türkiye bağlamında tekrarladığı bir tema şu: “Sandık,
demokrasinin namusudur.” Sayın Başbakan’a itirazım var, çünkü “sandık” yani
iktidarın seçimle belirlenmesi, demokrasinin “namusu” değil ta kendisidir.
Hür ve adil olmak koşuluyla; yani
hile karışmaması, seçme özgürlüğü olması, verilen oyların (örneğin bizdeki %
10’luk gibi aşırı yüksek seçim barajları dolayısıyla) çöpe gitmemesi şartıyla
seçimler, elbette ki demokrasinin olmazsa olmazıdır. Ama hür ve adil seçimle
gelen iktidarlar, yurttaşların temel hak ve özgürlüklerine saygı göstermezse,
demokrasi kolaylıkla otoriter bir yönetime, hatta diktatörlüğe dönüşebilir.
Yani “sandık”, pekâlâ diktatörlükle özdeş hale gelebilir. Etrafımıza
baktığımızda çok örneği görebiliriz.
Bu nedenle günümüz dünyası, bu
arada katılım müzakereleri yürüttüğümüz Avrupa Birliği demokrasiyi yalnızca hür
ve adil seçim olarak değil, aynı zamanda yurttaşların gerek bireyler, gerekse
etnik ve dinsel gruplar olarak hak ve özgürlüklerinin tanındığı, “özgürlükçü ve
çoğulcu” demokrasi olarak anlamakta ve tanımlamaktadır. Kopenhag Siyasi
Kriterleri ne diyor? AB’ye üye olabilmesi için aday ülkede “demokrasiyi (yani
iktidarın seçimle belirlenmesini), hukuk devletini, insan haklarını ve azınlıkların
saygı görmesini ve korunmasını güven altına alan kurumların istikrar kazanmış
olması” gerekir. Dolayısıyla, evet “sandık” demokrasinin “olmazsa olmazı”dır,
ama demokrasinin “namusu”, yani onu gerçek kılacak olan, bireylerin ve
grupların (hangi büyüklükte çoğunluğa dayanırsa dayansın, hiçbir iktidar
tarafından çiğnenemeyecek) temel hak ve özgürlükleridir. Özgürlükler ihlal
edildiği için Avusturya AB’den çıkarılma tehdidi altında kalmıştı; şimdilerde
de Macaristan o konumda.
AB, Türkiye’nin AKP iktidarı
altında Kopenhag Siyasi Kriterleri’ni “yeterince” yerine getirdiğine karar
vermiş ve katılım müzakerelerini başlatmıştır. Ama herkes gibi AKP hükümeti de
iyi bilmektedir ki, kriterleri “tam olarak” yerine getirmekten uzağız. Bunun
için sürekli olarak “demokrasi paketleri” çıkarıyoruz. Bunun için yalnız
bireylerin (insanların) değil grupların (Kürtlerin, Sünnilerin, Alevilerin,
gayrimüslimlerin) hak ve özgürlüklerini güven altına alacak reformlar yapma
gereğini duyuyoruz.
Özgürlükleri güven altına alma
ihtiyacının belki en güncel örneği Başbakan’ın şu sözleri: “İkinci bir devlet
isteyenler kusura bakmasınlar. Onlar kendilerine nerede devlet buluyorlarsa,
buyursunlar gitsinler.” Erdoğan, dün hemen bütün sağcı politikacıların ortak
sloganı “Komünistler Moskova’ya!”, Süleyman Demirel’in “Türban gericiliktir,
başörtülüler Suudi Arabistan’a!” haykırışını hatırlatan bu sözleriyle
bağımsızlık yanlısı Kürtleri ülkeyi terk etmeye çağırıyor. Oysa fikir, ifade
özgürlüğü demokrasinin “namusu”dur. Çağdaş demokraside şiddeti dışlamak
koşuluyla bütün fikir ve tercihler serbestçe ifade edilebilir. Onun içindir ki,
İskoçya gelecek yıl bağımsızlık için referandum yapacak. Onun içindir ki,
İspanya’da Baskların ve Katalanların, Belçika’da Flamanların, Kanada’da
Quebec’lilerin birçoğu bağımsızlık için referandum istiyor. Kimse onlara
“buyrun gidin” deme hakkına sahip değil. Türkiye’de bağımsızlık isteyen
Kürtlerin küçük bir azınlık olması, Başbakan’a onlara “buyrun gidin” demek
hakkını asla vermez. Ayrılıkçılığı, “bölücülüğü” teşvik etmenin bir yolu da
budur.”
Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni
Merdan Yanardağ’ın tutuklanmadan önce yazmaya başladığı "Türkiye Neden
Feda Edildi?" kitabını yayınevine gönderdi. Yanardağ, 'gazetecilerin
Ergenekon sürecine neden dahil edildiğini' yazdı.
Ergenekon davasında 10 yıl 6 ay
hapis cezasına mahkum olan ve Bodrum’da tutuklanarak Muğla E Tipi Kapalı
Cezaevi'ne gönderilen gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ,
Bodrum'da yazdığı kitabını yayınevine gönderdi.
Yanardağ’ı dün cezaevinde kuzeni
Ertan Yanardağ ziyaret etti. Kapalı şekilde yapılan ziyaret sırasında Merdan
Yanardağ, kuzenine, “Bitirdim gözaltına alındım” dediği kitabının içeriği
hakkında bilgi verdi.
TARTIŞMA YARATACAK
Kuzeni Ertan Yanardağ’a moralinin
yüksek, sağlığının da yerinde olduğunu söyleyen Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni
Merdan Yanardağ, Bodrum’da yazdığı ve yayınevine gönderdiği “Türkiye Neden Feda
Edildi?” adlı kitabında Ergenekon sürecine neden gazetecilerin dahil edildiği
detaylarıyla yazdığını söyledi. Kitabında Ergenekon sürecinde başlangıcından
bugüne dek yaşananları belgeleriyle anlatan Yanardağ’ın baskı aşamasındaki
kitabının çok konuşulacağı ve uzun süre tartışılacağı tahmin ediliyor.
'BOYUN EĞMİYORUM'
Ergenekon davasının bir tertip
olduğunu, kendilerinin buna karşı koyamadıklarını anlatan Gazetemiz Genel Yayın
Yönetmeni Merdan Yanardağ, kuzeni Ertan’a, “Bizim başımızı eğmemizi istediler.
Biz eğmedik. Cezaevinde de başımız dik. Boyun eğmiyoruz. Barış ve özgürlük için
mücadele edeceğimi tekrarlıyorum. Yazı yazmaya devam edeceğim. Dışarıda nasıl
mücadele ediyorsam, içeride de devam edecek” dedi.
33 YILDIR DARBE SÜRECİ
Ziyaretle ilgili olarak bilgi
veren Ertan Yanardağ şunları söyledi: “Merdan Yanardağ amcamın oğludur. 12
Eylül darbe döneminde de gözaltına alınmış ve tutuklanmıştı. Ben 10
yaşındaydım. Bir şeyler olmuştu. O zaman küçüktüm pek bir şey anlamamıştım.
Bugün 43 yaşındayım. Merdan Yanardağ yine cezaevinde. Bugün şunu anlıyorum; 33
yıl önceki darbe süreci bugün de devam ediyor. Ben 10 yaşında iken Türkiye
neyse, bugün de o. Bu durumu Dünya kabul etmiyor. Biz her geçen gün Dünya da
yalnızlaştırılan bir ülke konumuna geldik. Merdan Bey gayet iyi. Sağlığı
yerinde, morali yüksek. Bir de başı dik.”
‘ALDIRMA MERDAN’
Yayın yönetmenimiz Merdan
Yanardağ'ın Ergenekon tertibi kapsamında tutuklanması konusunda pek çok yayın
yönetmeni ve yazar sessiz kalırken soL Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kemal
Okuyan önceki gün köşesinden Merdan Yanardağ'a destek verdi.
Okuyan'ın yazısının ilgili bölümü
şöyle:“Merdan Yanardağ cezaevinde… Bir gazeteci daha demeyeceğim. Gazeteciliği
önemsemediğim için değil, Merdan’ı öncelikle bir sosyalist, bir devrimci olarak
gördüğüm için. Ergenekon saçmalığının “en absürd” halkası diyebiliriz Merdan’ın
tutsaklığına dair. Bu halka eklenmeseydi de, Ergenekon her şeyi ile saçmaydı
ama yine de söylemek gerekiyor: Merdan Yanardağ’ın yaşamına, mücadelesine,
üretimine en küçük bir gölge düşürmüyor, düşüremiyorsa Ergenekon davasındaki
suçlama ve mahkumiyet, o halde gerçekten saçmalığın dik alası ile karşı
karşıyayız. Aldırma Merdan, fazla uzun sürmez.”