"Türkiye Osmanlı'nın bile gerisinde"
Edebiyatçı Ataol Behramoğlu,
eğitim sisteminden Gezi direnişine,medyadan İstanbul trafiğine kadar
“Türkiye'nin gidişatını” değerlendirdi...
Cumhuriyet dönemi şiirimizde
kendine özgü bir yeri olan şair, yazar, çevirmen, edebiyatçı ve öğretim
görevlisi Ataol Behramoğlu ile Türkiye gündemi, dünya, İstanbul ve edebiyat
üzerine konuştuk. Behramoğlu, sorularıma şöyle yanıt verdi:
Türkiye nereye gidiyor sizce?
Türkiye iyi bir yere gitmiyor.
Nasıl bir yöne gidiyor? Yüzlerce yıl bilimsel devrimlerin çeşitli nedenlerle
gerisinde kalmış bir toplum, Cumhuriyet devrimleriyle bu bilimsel devrimler
çağını yakalamak yönüne girmişken, o yönden sapmıştır. Saptırılmıştır. Bu
Türkiye’nin nereye gittiğinin en gözle görülür kanıtıdır. Bu olgunun Cumhuriyet
devrimleriyle yakaladığı, ulaştığı bilimsel devrimler çağına girmeden
saptırıldığının en açık kanıtı, eğitim alanında yapılanlardır. Bugün eğitimde
Cumhuriyet’in, Cumhuriyet devrimlerinin en temel ilkelerinden biri olan
“Öğrenim Birliği Yasası” tersine çevrilmiştir. Öğrenim Birliği Yasası ne
demektir? Eğitim, bilimsel ve laik olmalıdır. Yani bir tarafta medrese eğitimi,
bir taraftan bilimsel eğitim olmaz. Şimdi tersine şöyle çevrildi: Yine bir
öğretim birliği var ama dini öğretim haline dönüştü. Yani bilimsel eğitim
tamamen dışarıda bırakılmıştır. Yöneliş budur. Felsefe derslerinin
kaldırılması, sanat tarihi, kültür tarihi, bilim tarihi vb. derslerin yok
sayılması. Bugün gelinen nokta maalesef, 17. Yüzyıl Osmanlısı. 17. Yüzyıl
Osmanlısı'nı incelersek, özellikle gericiliğin en çok yükseldiği bir dönem.
Türkiye bugün o noktaya doğru gitmiştir. Yani Türkiye’nin gittiği yön bugün bu.
Gitmesi gereken yön hiç kuşkusuz Cumhuriyet devrimleriyle kazanmış olduğu
güvenin devam ettirilmesi gerekliliğidir.
Bunun için ne yapılmalı?
Bu konuda sorumluluk duyan
insanların bıkmadan, usanmadan bu durumu anlatması gerekiyor. Neyse elindeki
olanak; yazardır, öğretmendir, başka bir şeydir. Her alanda çevresine,
insanlara bunu anlatması lazım. Türkiye’nin bu çıkmazdan nasıl
kurtulabileceğinin düşünülmesi lazım. Hepimizin kafa yorması lazım. Böylece
belki bir çözüm bulabiliriz.
MEDYA KÖTÜ SINAV VERDİ
Türk basını nasıl hareket etti ve
günümüzde Türk basını nereye geldi, ne düşünüyorsunuz?
Medya çok kötü bir sınav vermiştir
ve vermeye devam etmektedir. Bugün gelinen nokta yürekler acısıdır. Bir yanda
en geri unsurların yayın organları ve televizyonları yayında. Bu televizyon
kanalları, yani tasavvur bile edilemeyecek kadar geri, gerici, karanlık
yayınlar yapan kanallar. Öte yandan liberal demokrat denebilecek, her şeye
rağmen uygar dünyaya ait televizyon kanallarının giderek birer birer iktidarın
aracı haline gelmiş olduğunu görüyoruz. Tüm bunlara rağmen iki üç tane de doğru
dürüst kanal tutunmaya çalışıyor. Gazeteler açısından da durum bundan
ibarettir. Yakın zamana kadar her şeye rağmen alıp okuduğumuz gazeteler, nasıl
birer birer siyasi iktidarın borazanı haline geldiğini, kapıkulu haline
geldiğini hepiniz görüyorsunuz.
OMURGASIZ AYDINLAR TÜREDİ
Bu süreç hızla gerçekleşti ama?
Bu sorunun cevabı da bana göre
yine bizim aydınımızın kimliğiyle alakalı.Maalesef Cumhuriyet devrimleri onu
koruyacak, savunacak ve geliştirecek kişileri yetiştiren bir eğitim sistemini
kalıcı kılamadı. Bu eğitim sistemi nedir, ne olmalıdır? Hümanist ve bilimsel
temelli olmalıdır. İşte Köy Enstitüleri, işte 1930’ların üniversiteleri.
Liselerimizde o yıllarda uygulanan modern ve laik eğitim. Ama sürekli olamadı.
1950’lerin hatta 40’ların ortalarından itibaren malum Köy Enstitüleri’nin
kapatılması, 1950’lerden itibaren gericiliğe verilen ödünlerin giderek artması,
bizleri bu günlere kadar getirmiştir. Cumhuriyet kendini savunacak eğitim
sistemini kalıcı kılamadı. Dolayısıyla “omurgasız aydınlar” türedi. Yani sağlam
bir duygusu ve düşüncesi olmayan insanlar, dünyaya dair. Evet, bilgi
sahibidirler. Kendi alanlarında, genel olarak; ansiklopedik bilgileri vardır
ama insani bir duruşa sahip değiller. İnsani duruş nedir? Bilimsel devrimlerin
ve hümanizmin gerektirdiği bir kişiliğe sahip olmaktır. Aydın ne demek?
Demokrat özgürlükçü, insan merkezli dünyaya inanan ve bunlar tehlikeye
girdiğinde de mücadele etmek gerektiğini bilen insan demek. Bizde demek ki bu
tarz insanların sayısı ne yazık ki fazla değilmiş.
Türk solu, bugün ne durumda?
Türk solu derken de yine
ülkemizin aydınlarından söz etmiş oluyoruz. Dolayısıyla, Türk solunun başka bir
handikabı var, o da çok ağır baskılarla karşılaşmıştır. Eğer Türk solu,
Cumhuriyet ile beraber hızla gelişme eğilimi gösteren Türk solu, bu kadar ağır
baskılara uğramasaydı, belki de Türkiye’nin çehresi bambaşka olabilirdi. Bu da
düşünülmesi gereken bir şeydir. Yani gerçekten sol düşünceye sahip insanlar bu
ülkede sürekli bir etkiye sahip olabilselerdi; kurumlarda, kendi kurdukları
oluşumlarda, partilerde, sürekli bir etkiye sahip olabilselerdi belki de
ülkenin kaderi, belki de değil mutlaka değişirdi. Sabahattin Ali
öldürülmeseydi, Nazım Hikmet ölüm tehlikesinden kurtulmak için yurtdışına
çıkmak zorunda kalmasaydı. 1940’larda solculara, şairlere, yazarlara, siyaset
insanlarına zulümler yapılmasaydı. Cinayetler işlenmeseydi ve bugüne kadar bu
şiddet sürmeseydi, sol mutlaka başka bir konumda olurdu. Ama bugünkü görünümüne
baktığımız zaman maalesef dağınık. 1960’ların Türkiye İşçi Partisi’nin olduğu
dönemin çok gerisinde bir noktada. Burada şunu da ilave etmek isterim:
Özellikle Gezi direnişiyle patlayan bir gençlik enerjisi, gençlik potansiyeli
zannediyorum Türkiye solunu da kendisi hakkında düşünmeye yöneltmiş ve umarım
ki bu Türk solunun geleceği için faydalı olacaktır.
GEZİ UYGAR YAŞAMA KARŞI
MÜDAHALEYE İSYANDIR
Gezi olayları sizce neydi?
Gezi olayları en yalın biçimiyle
şuydu: İnsanlarımızın büyük ölçüde, kentlerde yaşayan, ki artık Türkiye artık
kentleşmiş bir ülke. Kentlerde yaşayan insanlarımızın, kırsal kesimlerde de yaşayan
insanlarımızın bana göre içselleştirmiş olduğu laik ve uygar yaşama karşı
müdahalelere isyanıdır. Gezi olayının bana göre asıl özeti budur. Başka tabii
ki etkenler de var. Öfkeler de var. Esas olarak diyor ki bu insanlar, “Biz
uygarca yaşamak istiyoruz.” Yapılan röportajlardan birinde bir genç kızın
söylediğini hiç unutamam. Diyor ki, “Ben bir üniversite öğrencisiyim. Ben,
Müslüman kimliğine sahip bir insanım. Yani reddetmiyorum bu kimliğimi. Oruç da
tutarım, fırsat buldukça içki de içerim, arkadaşlarımla da gezip tozarım.
İstediğim gibi de giyinirim. Buna kimse karışamaz.” Esası işin budur. Bu siyasi
iktidar insanları, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yaşama kültürünün de gerisine
zorlamaktalar. 17. Yüzyıl'ın bile gerisine. İşte son halifenin bir tablosu yayımlandı
bu son günlerde. “Avluda Kadınlar” diye bir tablo. Saray bahçesinde yarı çıplak
kadınlar. Şimdi Hüseyin Çelik’in son söylediklerini bir düşünüz, bir televizyon
sunucusu genç hanıma. Efendim halkımızın törelerine karşıymış. Demek ki
bunların yanında son Halife Abdülmecid herhalde büyük bir aydın ve nitekim
gerçekten de öyle. Yani bunlar en geri unsurlardır. Bugün Türkiye’de Patrona
Halil’in ve Menemen’deki cinayeti işleyenin ya da İskilipli bilmem kimin
torunlarıdır, şu anda iktidarda olan kişiler.
Gezi olayları sizce nereye doğru
gider?
Bence hiçbir toplumsal olay, iz
bırakmaksızın geçmez. Bu gerici hareketler için de böyledir, ileriye dönük
hareketler için de böyledir. İlerici hareketler, toplumun ileriye dönük
hareketleri hiçbir zaman tam olarak silinip gitmez. Böyle bir şey yoktur. O
içten içe yanarak varlığını sürdürür. Gezi hareketleri için de durum bu. Şimdi
deniyordu ki hatırlarsanız “Ne oldu Cumhuriyet mitingleri.” İşte yüz binlerce
kişi toplandı. Ne oldu, işte Gezi hareketi doğdu onlardan bir anlamda. Gezi
hareketinden de bambaşka hareketler doğar ve doğacaktır da. Toplumsal bilinç,
toplumsal bilinçaltı bu hareketi unutmaz. Bana göre sistem böyle devam ettiği
sürece, baskılar böyle srdüğü sürece daha büyük patlamalara doğru da gider.
EDEBİYAT PARA KAZANMA ARACINA
DÖNÜŞTÜ
Toplumsal gerçekçi edebiyat bugün
nerede?
Şimdi biz gençlik yıllarımızda
gerçekçi, toplumsal gerçekçi edebiyatın savunucusuyduk. Ama bunu çok dar
kalıplar içinde de düşünmemek lazım. Çünkü edebiyat genel olarak da sanat aynı
zamanda son derece kişisel bir olay. Her sanatçının kendi bakışı var, kendi
üslubu var. Bunu tabii ihmal etmemek lazım, sanatı değerlendirirken. Ama yine
bütün bunlara rağmen sanatın çok kişisel ve özgür yanlarına rağmen, sanatçının
toplumsal bir sorumluluk taşıdığına da her zaman inanırım. Gerek kendi ülkesi
için gerek dünya için gerekse insanlık için. Bu anlamda baktığımız zaman ne
yazık ki sadece Türkiye’de değil, ki Türkiye bu alanda da genellikle modaları
izler, dünyada da genel olarak edebiyatın bir pazar meta haline dönüşmüş
olduğunu ve modaların peşinde insansız bir eğlence meta haline geldiğini
görüyoruz. İsterse bu zor anlaşılır bir edebiyat olsun, isterse güncel bir
eğlence için yapılmış yazılmış edebiyat olsun. Genelde edebiyatın bir araç, bir
para kazanma aracına dönüştüğünü düşünüyorum. Üzülerek düşünüyorum. Yani 19.
yüzyılın büyük yazarlarının sorunları, yani onların sorumluluk sahibi
kimlikleri Charles Dickens’dan, Tolstoy’a, Dostoyevski’den tutun da 20.
Yüzyıl'ın Thomas Mann’nına kadar, Kafka’sına kadar. Özellikle bir Veba’nın
yazarı Camus’ye kadar. 19. Yüzyıl'ın büyük klasikleri ve 20. yüzyılın seçkin
büyük yazarları genel olarak sorumluluk duyan insanlardı. Edebiyatı ben hep
böyle düşünürüm.
Türkiye’de gençler bu yazarları
okuyorlar mı?
Gençler Türkiye’de okumuyor.
Çünkü gençler durup dururken okumaz. Gençleri çocukluk yaşlarından itibaren,
hatta okul öncesi çağdan itibaren başlayarak okumaya yönlendirmek gerekir.
Okumaya yönlendirme olmazsa, gençler nasıl okusun. Bir de teknolojinin
ilerlemesi okumayı azaltıyor. Teknolojinin tüm olumlu yanlarının yanında
insanları okumaktan alıkoyan kolaycılığa yönlendiren bir yanı da var.
İSTANBUL'UN TRAFİĞİ DANTE'NİN
CEHENNEMİ
Siz İstanbul’u da iyi tanıyan bir
edebiyatçısınız. İstanbul’un bugünkü durumu hakkında neler düşünüyorsunuz?
İstanbul yaşanmaz bir şehir
olmuştur. Havaalanına gidip ABD’ye uçmak bile bana daha kolay geliyor, buradan
Beşiktaş’a gitmekten. Yani metrobüse bin, oradan in. Yani böyle bir hercümerç.
Yani sanki Dante’nin tarif ettiği bir cehennem tasvirinin içine
düşüyorsunuz. Bir kere bu çok büyük bir
sorun. Burada tabii insanlar göç ediyorlar. Mecburen. Ekmek bulamayan buraya
geliyor. Kontrolsüzlük yani denetimsizlik, kuralsızlık, kural tanımazlık her
şey birbirine karışmış İstanbul’da. Artık bu şehirde yaşamak hemen hemen
imkânsız hale gelmiştir. Ne olur nereye gider onu da ben bilmiyorum.
0 comments
Write Down Your Responses