Birinci Dünya Savaşı sonrasında
yenilen ve toprakları işgal edilen Anadolu insanının yapacağı tek bir şey
vardı: özgürlük ve bağımsızlığı için savaşmak!.. O da, öyle yaptı.
Adı Kurtuluş Savaşı olarak
bilinen bu savaş sonrasında, Mustafa Kemal ve Türk halkının önünde bir tek
seçenek vardı: o da, Cumhuriyeti kurmaktı!.. Çünkü; Osmanlı tüm siyasal ve
sosyal söylem ve kurumlarıyla bitmiş ve emperyalist ülkeler coğrafyanın yeni
haritalarını çizmişti. Yani, 1918’de Anadolu’yu işgal eden, dönemin emperyalist
ülkeleri Sykes-Bicot Anlaşması’yla, Osmanlı’nın toprakları İngiltere ile Fransa
arasında paylaştırmıştı. Suriye ile Lübnan Fransızlara; Irak, Ürdün, Filistin,
Mısır ve tüm Körfez ülkeleri İngilizlere verilmişti. Türkler ise, Andaolu
toprakları içinde sıkıştırılmıştı.
Kol ve kanatları kırılarak!
Atatürk de o günün koşullarında,
belki de son çare olarak ‘Cumhuriyeti ilan etmek’ zorunda kalmıştı. Kalmıştı,
çünkü kendisiyle birlikte, Osmanlıyı devam ettirecek hiç kimse kalmamış,
kuzeydeki Sovyet komünistlerinin Türkiye için bir risk olabileceğine inanmış ve
bu nedenle, Mustafa Suphi ve arkadaşları Ocak 1921’de Karadeniz’de
boğdurulmuştu. Batıda ise, 1922’de iktidara gelen Mussolini’yle müthiş bir
faşist dalga başlamıştı.
İşte, Cumhuriyet böyle bir ortam
ve koşullarda doğmuştur. Elbette başka birçok siyasal, sosyal ve ideolojik
neden de vardı ama o günün koşullarında bildik ideoloji ve programı ile Cumhuriyeti
ilan etmek kaçınılmazdı.
Atatürk de öyle yaptı...
Peki, yapmasaydı ne olurdu?
‘Bugünün Türkiye’si, bölgede
bulunan diğer Arap ve İslam ülkelerinden kesin farklı olmazdı. Yok eğer, bugün
Cumhuriyeti sorgulayanlar “Olsun, kabulümüzdür” diyorlarsa, o zaman söylenecek hiçbir şey kalmıyor.
Atatürk’ü ‘İslam düşmanı’ gibi göstererek bu Cumhuriyeti hedef alanlar ve onun
yerine ‘mütedeyyin’ bir toplum ve devlet ikame etmek isteyenler, o zaman bize
54 Müslüman ülke içinde ‘çağdaş’ bir model göstersinler. Yok eğer, “Biz kendi
modelimizi oluşturur ve herkesi bu modelin etrafında toplarız” diye
düşünüyorlarsa, boşuna uğraşmasınlar.
22 Arap ülkesi bile kendi
aralarında anlaşamıyor.
İslam İşbirliği Örgütü’nün 54
ülkesi problemli.
‘Türki Cumhuriyetler’in durumu ortada...
‘Arap Baharı’nı anlatmaya gerek
yok!
2011 öncesinde, neredeyse Suriye
ile birleşme konumuna gelen Türkiye’nin, bugün o ülkede savaşan tüm silahlı
gruplara destek vermesini açıklayacak hiçbir mantık ve ideoloji yok ve olamaz!
Bu coğrafyada, her şeyiyle
Türkiye’ye benzeyen Suriye’yle bu duruma gelindiyse, herkes bundan çok önemli
dersler çıkartmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti yerine ikame
edilecek Cumhuriyet ya da devlet ne olursa olsun, hiç kimseyi
inandıramayacaktır ve bölgede hiçbir şekilde kabul görmeyecektir. Şu andaki
Türkiye’nin dostlarına bakın: Suudi Arabistan, Katar, Ürdün, Körfez ülkeleri,
Pakistan, Afganistan...
Uyumlularından en radikaline
kadar, tüm İslamcıları da unutmamak gerekir.
Hepsi de ‘Müslüman Kardeş’
kökenli.
AKP gibi.
Türkü, Kürdü, Arabı, Çerkezi ve
diğer dinsel ve mezhepsel tüm kesimleriyle Anadolu insanı, asla böyle bir
birlikteliği ve yaşam biçimini kabul etmez.
Erdoğan’ın çok güvendiği ve tüm
‘İslamcı’ hesaplarını ona göre yaptığı ‘Müslüman Kardeş’ Mursi, yine Erdoğan’ın
‘Arap Baharı’ sürecinde ve Suriye’ye karşı planlarında en önemli dostu Suudi
Kral Abdullah’ın parası ile devrildi!
Bu, yalnızca bir tek örnektir.
Çoğaltmak çok kolay. Örneğin; Türkiye’nin Suriye, Irak ve İran politikası
karanlık tünelin sonuna gelmiştir. Birlikte hareket ettiği karanlık ülkelerin
sayesinde. Bir düşünün; Atatürk, ‘Cumhuriyet’i kurmayıp, 200 yıldır yönetimleri
değişmeyen bu ülke ve benzerleriyle ‘Hilafet’le devam etseydi, acaba ne olurdu?
Hayal kurmanın bir alemi yok.
Bölgesel gerçekleri hesaba katmadan, Anadolu toprakları üzerinde bir İslam
Cumhuriyeti kurmak göreceli olarak mümkün görünse de, asla gerçekçi değildir ve
olamaz! Cumhuriyet kazanımlarıyla, Arap ve diğer Müslüman ülke halklarından din
dahil, birçok alanda farklılaşan ‘Anadolu İnsanı’, böylesi garip bir yaşam
biçimini asla kabul etmeyecektir! AKP’nin hedeflediği Cumhuriyetse; başta Suudi
Arabistan olmak üzere, çağdışı ve bağnaz Müslüman ülkelerin kıskançlık ve
düşmanlıklarıyla uğraşıp duracaktır.
Bu coğrafyanın her şeyini bilen
biri olarak söylüyorum:
Tüm artı ve eksileriyle, ‘90
yıllık Cumhuriyet emeği’ne yazık olur.
100 yaşına gelmeden, iyi
düşünelim!
Sen 7. yy’da kalmışsın; Şam Emevi
camisinde ikindi namazı kılmaya, Muaviye’nin tahtına oturmaya meftunsun.
Mezhepçilikten başka eğitimin yok ama başbakansın… Bu da bir Türkiye gerçeği…
Koskoca 11 yıl oldu. Ya başbakanlığın ne olduğunu, neye tekabül ettiğini,
nemenem bir sorumluluk olduğunu kavrayamadın ya da toplumu kucaklamak yerine
mezhep militanlığını tercih ettin! İhanet mi, cehalet mi olduğunu elbet
söyleyeceğiz ama manzara şu; mahalle imamlığı seviyesinden siyaset yapıyor; her
konuşmanda lafı döndürüp dolaştırıp mezhebe ve türbana getiriyor, hoparlörleri
patlatana değin bağırıyor, dinleme nezaketinde bulunanlara işkence ediyorsun!
Mezhep ve de türban; işte bütün
sermayen…
Kadınlarımızı türban denilen
ucubeye özendiriyor-zorluyor, bu ilkellik işaretini “din” diyerek yutturuyor,
sakal-ı sünneti, şalvarı, sarığı saklıyorsun… Kadınlarımıza türban taktırdın,
TBMM’ye de gönderdin. Cumhuriyet Bayramında “cumhuriyetin rövanşını” da aldın…
Eee artık şu türban konusunu neden kapatmıyorsun? “Sermaye” meselesi değil mi?
Tesettür İslam’ın emriyse ve bu kadar sevapsa, El Kaide ve Nusra’cı
arkadaşların gibi neden sen de sakal bırakıp, şalvar giyip, sarık takmıyorsun;
sevdiğin sert mi bakıyor; Allahın emirlerine karşı mı geliyorsun? İç dünyan
şalvarlı sakallı, dışın modern… Günaha girme; giy şalvarı, koyuver sakalları,
tak sarığı, takunyayı; yallah cennete! Ya da Suriye’de insan boğazlamaya! Neden
gitmiyorsun? Neden bütün Tanrısal sorumlulukları kadınlara yüklüyorsun?
Afrika kıtası vebadan, İslam
coğrafyası mezhepçilikten kırılıyor ama senin umurunda mı? Kadınlar kuma üstüne
gitsin, eve kapanıp çok doğursun, İmam Hatip okusun, eğitim almayıp cahil
kalsın, ölen ölsün kalanlar da sana oy versin değil mi?
DEMOKRASİ KÜLTÜRÜNÜ, ETİĞİ,
NEZAKETİ, HAKK’I BİLMİYORSUN
“Demokraaasiii” diye bağırıyor,
oysa demokrasiden nefret ediyorsun! Eline verilen metinlerin bağırmak amaçlı
yazıldığını sanıyorsun; içeriğine bakmıyorsun. Bağırmakla içselleştirmenin
farklı şeyler olduğunu bilmiyorsun. Sen demokrasi ve laiklikten nefret ederken,
demokrasi ve laikliği kuramlaştırarak, uygulamaya koyan-varsıllaşan; işe-aşa,
barış, bilim, teknoloji ve refaha ulaşan Batının, her saniye yeni bir icat ve
buluşla karşımıza çıktığının, bunu nasıl başardıklarının farkında bile
değilsin.
Okumuyorsun… Batı medeniyeti yeni
keşifler peşinde koşarken, İslam dünyasına hükmeden sizler, koca yüz yılda bula
bula “türban” denilen ucubeyi keşfediyor, Araplardan sonra Türk kadınını da
poşetliyor, başındaki saçtan-kıldan cennet-cehennem, huri-gılman kurguluyor,
aldatıyor, kandırıyorsunuz.
Batı, bu coğrafyada hüküm süren
“72 millete aynı nazarla bakmak” felsefesini keşfederek, “çoğulculuk” adıyla
kavramlaştırıp, uygulamaya koyarken, sen, bu felsefeye ve felsefenin
ardıllarına düşman kesiliyor, Muaviye ve Yezit misali herkesten biat istiyor,
sana koca bir iktidar bahşeden Fetullah bile olsa biat etmeyene tahammül
etmiyorsun. Sandığı ve çoğunluğun tercihini demokrasinin tek kriteri sanıyor,
demokrasinin en temel unsuru olan çoğulculuk kavramını ağzına bile almıyorsun…
Siyasal geleceğin, zenginliğin,
saltanatın, debdeben uğruna ülkeme ve insanlığa kast ediyorsun! Kin, nefret
saçıyorsun! Gittiğin yere düşmanlık götürüyor; kutuplaştırıyor,
kamplaştırıyorsun! Karın, çocukların, şahsın, çevrenle büyük bir servete
hükmediyorsun. Bütün yetkiler sende. Yargı, yürütme, yasama, medya sende… Sen
bir diktatörsün…
KOMŞUYA SAVAŞ AÇTIN!
Türkiye’nin menfaatleri
özellikle; Irak, İran, Suriye gibi yakın komşularımızla mutlak iyi ilişkileri
şart kılıyor. Sen ise bu ülkelerin yönetimleri “Şiidir-Alevidir” diyerek,
kimine örtülü kimine açık savaş açtın! Desteklediğin, para-pul, örtülü-açık
ödenek ve lojistik destek verdiğin mezhepçi-paramiliter çetelerin, koca Suriye
ülkesini, Şam ve Halep gibi dünya kentlerini enkaz yığınına çevirdiler… ABD,
Japonya, Çin ve Batı’lı ülkelerin komşu olmak, ilişki kurmak ticaret yapmak
enerji kaynaklarından yararlanmak için can attığı bu ülkelerin yönetimlerini
karşına aldın, düşman ülke sınıfına koydun! Türkiye’nin çıkarlarını çiğnedin…
Irak’ta, binlerce insanın kanına
giren çetelerle işbirliği içinde olmaktan, onları korumaktan, silah temin
etmekten yargılanan ve üç kez idama mahkûm edilen eski cumhurbaşkanı yardımcısı
Tarık El Haşimi’yi neden koruma altına aldın? Şeriatçıları defetti diye Mısır
Devletine sırtını döndün. Haşimi denilen katilin, Şii yönetimine savaş açmak ve
Irak halkını katletmekten başka hangi özelliği var; Türkiye’ye ne yararı var?
Neden koruyor, kucak açıyorsun bu adama; Irak’ın komşuluğu ve Türkiye’nin
yararı mı kıymetli yoksa Haşimi’nin Sünni-mezhepçi bir militan olması mı? Bu mu
senin devlet adamlığın, Türkiye sevdan?
EKONOMİ; KALKINMA
Devletin elindeki tüm mali
birikimi pazarladın-sattın; birçoğu da yakınlarına gitti; ne arsa koydun, ne
maden, ne orman, liman, havaalanı, PTT, Telekom, elektrik, su, havagazı… Sonuç
ne; çok sayıda türedi-AKP’li muhafazakâr zengin… Buna karşın çok sayıda işsiz,
asgari ücretli, yeşil kartlı aşa-ekmeğe, bir file erzaka oyunu satan
milyonlarca fukara insan… Orta sınıf ise sizlere ömür… Allahın adaleti, İslam’ın
emri bu mu? Sattın- savdın üstüne de 500 milyar dolar borçlandın, ne yaptın
bunca parayla? AVM, gökdelen, metro, makam öyle mi? AVM’lerinden,
havaalanından, uçağından, metrondan bana ne… Millet aç, işsiz, yoksul, emekli
maaşıyla geçinemiyor!!! Anlıyor musun?
“HERKESİ KUCAKLAMA” MASALI…
Türkiye’nin en derin ve en hassas
yarası Alevi-Sünni çelişkisidir. Türkiye’nin yararı bu yaranın azdırılmasını
değil behemehâl tedavisini gerektir. Ülkesi ve milletine karşı yüreğinde azıcık
sorumluluk taşıyan sıradan vatandaş dahi bu sorunu bilir ve tedavisini ister.
Sen herhangi biri değil, başbakansın… Yani bir numaralı sorumlu sensin… Bu
potansiyel tehlike karşısında ne yaptın? Alevi-Sünni kardeşliğine-eşitliğine
dair bir lafın, bir telkinin, bir uygulaman oldu mu? Hayır!!! Sürekli kanattın,
tırmaladın, azdırdın, meydanlarda gezdin hedef gösterdin, nefret kampanyaları
açtın, yaramızı kan revan içinde bıraktın! Böyle bir başbakan olabilir mi?
Başbakan olarak bu soruna düşündüğün çözüm ne; inkâr mı, asimilasyon mu; imha
planları mı?
BU MUDUR BAŞBAKANLIK?
“Çalıştay” dedin, “paket” dedin,
“inanç özgürlüğü, eşitlik, adalet” dedin… Hani? Ne oldu adaletine, insanlığına,
başbakanlığına, herkesi kucaklayacağın masallarına… Bir tane Alevi bakanın,
milletvekilin, valin, müsteşarın, elçin, genel müdürün var mı? En büyük bütçeyi
ayırdığın haramzadelerin saltanat sürdüğü Diyanet’te bir tane Alevi personelin
var mı? Hani sen Türkiye’nin başbakanıydın; hani AKP Türkiye partisiydi; hani
Türkiye eski Türkiye değildi? Söylediğim de bu; keşke sadece türbanın, sadece
bir mezhebin değil, Türkiye’nin başbakanı olsaydın… Keşke… Ama olmadın, nefret
ve mezhepçilik senin bütün duygularını tıkamış; kör etmiş!
Çalıştaya çağırdın, katıldık,
“taleplerinizi ortaklaştırın” dedin ortaklaştırdık, imzaladık verdik…
“Bekleyin” dedin bekledik, “susun” dedin sustuk… Sonuç? Sonuç “kör parmağım
gözüne” der gibi katil Yavuz’un isminin köprüye verilmesi mi olmalıydı? Ne
yapalım istiyorsun; nasıl davranalım? Sabrımızı mı sınıyorsun? Sen başbakansın,
biz yurttaş… Oy vermediğimiz, biat etmediğimiz doğru ama işbu yazılanlar
nedeniyle oy vermeye değer bulmadığımız da doğru…
“Ferman padişahın…”
İmam Hüseyin Yezit’e biat etti
mi? Şah Kalender, Pir Sultan Abdal, Türkmen Kocaları, Urum Abdalları Yavuz’a
biat etti mi?.. Pir Sultan damarını tanımaman, aç ve açıkta bırakarak,
işsizliğe mahkûm ederek, çocuklarımıza kendi mezhebini dayatarak, eziyet
ederek, ibadethanemizi yok sayarak sana biat edeceğimizi sanmam ne büyük
talihsizlik… Bunlar senden önce denendi; anlıyor musun? Yavuz denedi, Süleyman,
Ebusuud, Mervan, Muaviye bunları denedi…
Bunu deneyenler şimdi tarihin
çöplüğünde…
Gördüğün gibi bütün her şeyi not
ediyoruz. Şeceren bu… Hiç kuşkum yok ki, ülkemin çağdaş birikimi bu belayı da
defedecek; buna inanıyorum. Aramıza soktuğun mezhep fitnesini defetmekte
zorlanacağız ama mutlaka başarıp, kardeşliğimizi ve yurttaşlık bağlarımızı
yeniden tesis edeceğiz.
Sana gelince; bunca kirli sicille
kalıcı olacağına, huzur bulacağına, gelecekte hayırla yâd edileceğine
inanıyorsan yanılıyorsun… Her kim olursa olsun yasalara tabidir. Er ya da geç
herkes yasalar karşısında ettiğinin hesabını mutlaka verir; sen de vereceksin.
Çok kötülük ettin; ülkeme çok büyük zarar verdin! Yargı kararını kaldırıp sana
siyaset kapısını açanların, ülkeme bunca kötülük saçmana neden olanların
boyunları altında kalsın…
Cumhuriyet bayramınız kutlu
olsun.
Murtaza Demir
Bölgemizde çok ilginç gelişmeler
yaşanıyor.
Her şey Mısır’da Müslüman
Kardeşler - Mursi’nin 3 Temmuz’da devrilmesi ile başladı. Öncesinde Katar’dan
bir sinyal gelmişti. Babasına darbe yaparak iktidara gelen Şeyh Hamed, çok
tehlikeli başbakanı ve adaşı Hamed ile birlikte, 25 Haziran’da ABD’nin
‘telkinleri‘yle, iktidarı oğlu Temim’e devretmişti.
Daha sonra, Şam’daki kimyasal
silah oyunu sergilendi ve ABD-Rusya anlaşması ile bölgede yeni bir süreç
başlatıldı. Sürecin amacı; Suriye sorununu barışçıl yöntemlerle çözmek. Ancak,
30 aydır Esad’ı devirmeye çalışan
Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar farklı yol ve yöntemlere başvurarak bu süreci
engellemeye çalışıyorlar. Suudi yönetiminin ABD’ye kafa tutma oyunu, bu yol ve
yöntemlerden bir tanesidir. Nitekim “ABD ile ilişkilerimizi gözden geçiririz”
diyen Suudi Arabistan İstihbarat Şefi Bender, bu tehdidinden sonuç alamayınca,
yanına Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri istihbarat şeflerini alarak İsrail’e
gider ve ABD’deki Yahudi lobilerinin desteğini ister. Peki kime karşı? Tabii,
sözde ortak düşman İran’a karşı. Bunun üzerine, İsrail’in eski Dışişleri Bakanı
Livni önceki gün “Biz ve Suudiler İran konusunda aynı şeyleri düşünüyoruz”
dedi. Bununla yetinmeyen Suudi İstihbaratçı Bender, Lübnan’ı karıştırmaya ve
orada da bir iç savaş çıkartmaya çalışıyor. Bender Irak’taki Kaide’ye destek
vererek, Esad’a yardım eden Başbakan Maliki’yi sıkıştırmaya çalışıyor. Bender,
Kaddafi’nin eski istihbarat şefi ve Libya’daki ayaklanmanın ilk günlerinde
liderine ihanet ederek Londra’ya kaçan Musa Kusa’yı yanına çağırarak birlikte
çalışmaya başladı. Çünkü Kusa da, Bender gibi bu coğrafyanın tüm sırlarını
bilir ve her ikisi CIA ve MI6 ‘terbiyesi’ almıştır.
Suudi Arabistan’da ise iktidar
savaşı kızışmış durumda ve Bender bu oyunun başoyuncusu.
Tam bu sırada, Bingazi bölgesinde
yaşayan Libyalılar bağımsız bir devlet ilan etti. Libya parçalanmanın ve iç
savaşın eşiğinde...
Putin ise, çok ilginç ve çok
önemli gelişmeler yaşayan Mısır’a gitmeye hazırlanıyor.
ABD tam anlamıyla şaşkın. CIA tüm
Avrupalı liderlerin cep telefonlarını dinlemiş. Özel görüntülerini de çekip
çekmediği ise henüz belli değil. Rusya’ya sığınan eski CIA ajanı Snowden’da
ABD’nin çok önemli sırları var. Belki de bu nedenle, Kerry son anda Lavrov ile
Suriye konusunda anlaşmak zorunda kaldı. Bu anlaşma, ABD’nin geleneksel
bölgesel müttefiklerini çok kızdırdı ama kızgınlıkları ile kaldılar. Çünkü;
Suudi Arabistan ve Katar ve tabii ki Türkiye, ABD’ye karşı hiçbir şey
yapamazlar. ABD’yi tehdit eden Suudi Arabistan ve Katar’da, İncirlik benzeri onlarca Amerikan
üssü var. O ülkelerin yönetimleri 50 yıldır Amerikan kölesi, öncesinde de
İngilizlerin... Yani, her şeyleri palavra. Tıpkı ‘Arap Baharı’nın tüm
‘gerçekleri’ gibi. Bir düşünün, bu ülkelerin yönetimleri ‘Arap Baharı‘
sürecinde Tunus, Mısır, Libya ve Suriye halklarının ayaklanmasına ve demokrasi
taleplerine sahip çıkıp destek veriyor ama kendileri dünyanın en ilkel, çağdışı
ve rezil yönetimleri!.. İşin acı gerçeği ise; çağdaş Türk toplumunun ülkesi
olan Türkiye’nin hükümeti de bu yönetimlerle el ele verip benzer oyunun
içinde...
Bunun karşılığında da hep kan,
gözyaşı ve hüsran var.
Örneğin Suriye’de…
Dünyanın dört bir yanından
getirilen on binlerce katil bile Suriye’ye yönelik bölgesel ve uluslararası pis
oyun için yetmedi. Bu oyun için Hamas’a bile “Şam’dan çık” denildi. Şimdi ise,
Hamas perişan bir durumda, Suriye halkına olan vefasızlığının bedelini ödüyor.
Mursi’nin yıkılmasından sonra, Hamas yönetimi şimdi kalacak yer bile bulamıyor.
Esad ile barışmak için Tahran’a gitmek isteyen Halid Meşal’e İranlılar “Kusura
bakma, senin gibi vefasız ve gaddar birini misafir edemyiz” dediler.
Peki, Türkiye ne yapıyor?
Hala Suriye’deki muhaliflere
destek veriyor.
Hala dünyadaki Müslüman
Kardeşlerin liderliğine oynuyor.
Ruslar ise Türkiye, Suudi
Arabistan ve Katar’ı Suriye ile ilgili Cenevre Konferansı’nı engellemekle
suçluyor. ABD mutlak bunun intikamını alır. Bunun farkında olan AKP hemen
Bağdat ile diyalog kapılarını açtı. Irak Dışişleri Bakanı Zebari’yi Ankara’da
misafir eden ve Maliki’yi Türkiye’ye davet eden AKP, şimdi Bakan Davutoğlu’nu
Bağdat’a yolluyor. ‘Şii’ Maliki’nin gönlünü almak için. AKP’ye çok kızgın olan
Maliki’nin, barışmanın karşılığında AKP’den ne isteyeceği henüz belli değil.
Ama mutlaka “Eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve idamla yargılanan terörist Tarık
Haşimi’yi bize verin ya da bir daha ülkenizde misafir etmeyin” diyecektir.
AKP için en büyük test budur.
Sırada İran Dışişleri Bakanı
Zarif var. O da bu hafta Türkiye’de olacak. Bakalım o ne isteyecek AKP’den,
İran ve Suriye adına?
Sırada Amerikalıların istekleri
olacak.
Allah beterinden saklasın!
Çünkü böyle bir durumda muskalar
ve Suudiler ile Katarlıların dolarları işe yaramaz.
Çünkü o dolarlar Amerikan parası
ve üzerinde ‘In God We Trust’ yazıyor.
Acaba hangi ‘God’?..
İstihbarat çıkar elde etmenin
başka bir yoludur.
Bu çıkar ülkenin çıkarı olabilir.
Halkın çıkarı olabilir. İktidarın çıkarı olabilir. Firmanın çıkarı olabilir.
Bireyin çıkarı olabilir.
Amerika’da “stop watching us”
diye eylemler başladı. Yani Amerikan halkı devletine diyor ki; bizi
gözlemlemeyi, ispiyonlamayı bırakın.
Halkın izlenmesi, ispiyonlanması,
bir hegemonyanın sürdürülmesine yöneliktir. İktidara yönelen, muhalefet ve onun
ideolojisine karşı istihbarat yapılır.
Amerikan iktidarı tekellerin
iktidarıdır.
Amerikan devletinin çıkarı, bu
tekellerin çıkarıdır.
Bu tekeller, yani zenginler,
çıkarları için dost düşman, yasal veya yasal olmayan farkı gözetmezler.
CIA’nın bu kadar yasa, gelenek,
hak, hukuk tanımazlığı buradan kaynaklanır.
Gladyo buradan ortaya çıkar.
Tekeller(büyük zenginler)
arasında hır gür olunca, bilmediğimiz bir sürü gizli gelişme ortaya dökülür.
Amerikan hegemonyası zaafa
düştükçe, tekeller arası çıkar kavgası büyüyeceğinden, daha çok gizli
pisliklerine şahit olacağız.
Burada bir şeyi hatırlatmadan
geçemeyeceğim.
Soğuk savaş dönemimde, ülkemizde,
şu sözleri çok dinlemiştim.
“Komünist ülkelerde, karısı
kocasını komünist partisine şikâyet eder, komünist ülke halkları istihbarat
uygulamalarından bizardırlar.”
Şimdi öğreniyoruz ki; Fransa’da
Holand’ı dinliyorlar. Bu yetmiyormuş gibi tüm Fransız halkını dinleyip,
değerlendiriyorlarmış.
Yani komünizm döneminde belli
insanlar takip edilirken, şimdi bir halkın tümü gözleniyor.
Her şeyde olduğu gibi, istihbarat
da sürekli halkın aleyhine işleyince, bilinçli kesim ayağa kalkmış.
Ülkemizdeki istihbarata dönersek;
AKP Hükümeti Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna 2 milyar lira ödenek
ayırmış.
Yani kendi iktidarını sürekli
kılmak için gereken önlemleri almaya devam ediyor.
İstihbaratta bir husus daha
önemlidir.
İstihbaratın kendisinden çok, o
istihbarı bilginin değerlendirilmesidir.
İşin önemli kısmı da budur.
İdeoloji burada devreye girer.
Normal halktan yana bir devlette,
bu değerlendirme, milli çıkarlar yönünde olmalıdır.
AKP iktidarı döneminde,
Amerikancı İslam’ın elemanlarının her yerde olduğu düşünüldüğünde, Batı
tekellerinin çıkarı ve Sünni İslam yönünde değerlendirmelerin ağır basacağı
aşikârdır.
Amerika’nın tüm dünyaya (Rusya
hariç) yönelik erketeciliği tartışılıyor.
Yandaş medyanın bu günkü haberlerine
bakarsanız, sanki ABD şimdiye dek, izleme ve gözleme yapmıyordu da, şimdi
yapmaya başlamış gibi hava veriyorlar.
Türkiye’yi korumak yerine, AKP
iktidarını korumaya yönelik, izleme ve dinleme haberleri yapıyorlar.
Düne kadar ABD’nin kucağından
inmeyenler( hala da öyle) sanki ABD, Türkiye büyüdüğü için Türkiye’yi izliyor,
dinliyor haberleri yapıyorlar.
Sanki AKP iktidara gelirken,
Henry Barkey, Morton Abromowicz, Eric
Edelmam, yani CIA yokmuş gibi havadalar.
Anlayacağınız, sahte
anti-Amerikancılık ve sahte istihbarat aleyhtarlığı…
Kim Müslüman, kim milliyetçi veya
solcu diye istihbarat yapmak ülkenin ihtiyacı değildir. İktidarın ihtiyacıdır.
İktidarda kalmak için halkın
parası ile halka karşı istihbarat bir yerde patlar.
Bunun anlamı da şudur; AKP için
yapılan istihbarat, şimdiye kadar olduğu gibi Batı için istihbarattır. Batının
hükümranlığını sürmesine yöneliktir.
İstihbaratın belli bir zümrenin
iktidarda kalmasına yönelik yapılması, devletin imkânlarının onların çıkarları
için kullanılması, ister istemez seçimlerinde adil olmayacağını ifade eder.
Dinleme ve gözleme çoğaldıkça,
halkçılık azalır, egemen sınıflar güçlenir.
Bülent Esinoğlu