İşte casus gazeteci-yazarlar
Soner Yalçın üç yıl aradan sonra
Sözcü gazetesinde haftalık "Not Defteri"ni yazmaya başladı.
Bugünkü yazısı bikr süredir
medyada tartışma konusu olan "casus gazeteciler" ile ilgili.
Soner Yalçın okuyucusunu pek
bilinmeyen basın tarihinin bir sayfasına götürüyor.
İşte ilgili yazısı:
"Taraf gazetesi ve kimi
gazeteciler-yazarlar için “siyasi casusluk” iddiasıyla soruşturma
başladı. Çok tartışılıyor Çoğunluğu asker, İstanbul’da 56 ve İzmir’de 357 kişi
sahte delillerle “casusluktan” yargılanıyor, hiç kimsenin sesi çıkmıyor!
Gazeteci-yazardan “casus” olmaz mı? Görülmemiş bir olay mı? Pound,
Koestler, Hemingway Eliot, Fleming, Silone, Trevanian vd. “casus” değil
miydi? Hangisini yazayım? En iyisi bizden örnek vereyim.
Ülkemizde tarih yazıcılığımız
konusunda kısır döngü yaşanıyor; -maalesef- tarihçilerin iktisat
bilgisi zayıf ve ekonomi bilenlerin de tarih bilgisi yetersiz!
Bu tespitin “basındaki casuslar”
ile ne ilgilisi var? Çok var.
Tarihimizden bir gazetenin
“doğuş hikayesiyle” bu konuyu aydınlatmaya çalışacağım. Çünkü
“resmi tarih” gerçekleri yazmıyor.
Yerim dar; bu nedenle “resmi tari-hin”
ilgili kişiler ve gazete hakkında ne yazdığını bu sayfaya alamayacağım.
Meraklılar herhangi basın tarihi kitabına bakabilir. Komiktir.
Evet başlayabiliriz…
Tarihimizde özel teşebbüs tarafından
çıkarılan ilk gazete “Ceride-i Havadis” meselesine gelebiliriz…
Basında ne tür “casusluklar”
oluyor görebiliriz…
KİM BU DAVİD URQUHART
Ceride-i Havadis tarihinde,
“David Urquhart” adına hiç rastlamıyorsunuz.
Ne yazık ki bizim tarihimizde
bu önemli isim hakkında pek bilgi yok.
Nerede var biliyor musunuz;
Karl Marks’ta var!
Marks, 1853’ten sonra Osmanlı üzerine
ciddi olarak eğilmeye başladı. (Öyle ki Osmanlıca öğreniyordu, ömrü
yetmedi.)
Marks, New York Daily Tribune gazetesine
on yıl boyunca Doğu Sorunu’yla ilgili yazdı. Osmanlı uleması “kurtuluş
reçetesi” ararken Marks, kapitalizmin Avrupa haritasını alt üst
edeceğini; ve eski tip imparatorluk olan Türklerin, devrimci tavır
almazsa/uluslaşma sürecini tamamlayamazsa yenilip-parçalanarak
Anadolu’ya döneceği öngörüsünde bulundu.
Haklı çıkan Marks’ın, Osmanlı’yı
irdeleyen makalelerinde ve yazdığı “Kapital”de David Urquhart
adına rastlıyoruz.
Marks nasıl Osmanlı üzerine düşünüyor
ise David Urquhart da öyleydi!
Ancak iki zıt kutuptular. Biri
kapitalizmin elçisiydi.
Peki kimdi David Urquhart?
İskoçyalı. 1805’te doğdu.
(1877’de öldü.)
Babasının erken ölümü üzerine
annesi tarafından İsviçre’ye götürüldü. Cenevre’de Fransız askeri
okulunda ve İngiltere’de Wolwich Kraliyet Topçu Kışla- sı’nda eğitim
gördü.
Oxford’da okurken, Avrupa’da
estirilen romantik Yunan ayaklanmasından etkilendi. Kendisi gibi
İskoç kökenli, şair George Gordon Byron gibi, Osmanlı’ya karşı savaşmak
için Yunanistan’a gitti.
Lord Byron savaşamadan öldü. Urguhart
savaştı ve ağır yaralandı.
Yediği mermi Osmanlı’ya karşı
olan duygu ve düşüncelerinin değişmesine neden oldu!
Şaka bir yana, fikrini değiştiren
Stratford Canning (1786-1880) oldu.
S. Canning, 1820-1824 ve 1825-1828
arasında İngilizlerin İstanbul Büyükelçiliği’ni yaptı. Şimdi
parlamentoda görevliydi. (1841’de yeniden İstanbul Büyükelçiliği
görevine gelecek ve 17 yıl bu görevde kalacaktı.)
Canning ve Urquhart, Yunan bağımsızlığının
Ortodoks Rusya’nın işine yarayacağını ve bunun İngiliz ekonomisinin
çıkarlarını tehdit edeceğini düşündüler.
Rusya Çarı I. Nikolas, “hasta
adam” dediği Osmanlı topraklarını ele geçirirse bu İngiliz çıkarlarının
tamamen yok olacağı anlamına geliyordu. Osmanlı, ideal bir pazardı
ve gözden çıkarılamazdı.
Ne yapılmalıydı?
David Urquhart İstanbul’a geldi…
KANUNİ CASUS
İngiliz Büyükelçisi John Ponsonby
(1770-1855) İstanbul’da göreve henüz başlamıştı. Hemen arkasından
gönderilen yeni “ticaret ataşesi” Urquhart’tan rahatsız oldu. Urquhart’ın
getirdiği Stratford Canning selamını soğuk karşıladı. Çünkü amcası;
İngilizlerin efsanevi diplomatı ve Başbakanı George Canning
(1770-1827) ile pek geçinemezlerdi; birbirlerini sevmezlerdi. (Bu
çekişme hep sürdü ve Urquhart’ın, elçi Ponsonby’un Osmanlı’daki
faaliyetlerini eleştirmesini kimileri “Türk dostluğuyla” açıkladı!)
Fakat şimdi önemli olan İngiliz
ticaret çıkarlarıydı. Osmanlı kapalı piyasası İngiliz mallarına
sınırsız şekilde açılmalıydı.
Elçi Ponsonby, “kanuni casusun”
her türlü faaliyeti için ekonomik katkılarda bulunacağını söyledi.
(Ataşelerin görevli bulundukları yabancı devletin durumunu rapor
etmesine ve faaliyette bulunmasına “kanuni casusluk” deniyor.)
Urquhart’ı, öncelikle Sultan
II. Mahmut’u etkileyen İstanbul’daki önemli isimlerle tanıştıracaktı.
Bunlardan biri gazeteciydi…
“BLAK BEY”
Alexandre Blacque (1792-1836) Osmanlı’ya
gelince nam-ı diğer “Blak Bey” oldu.
Paris’te hukuk öğrenimi görmüştü;
1820’de İzmir’e yerleşmiş, hem avukatlık hem de ticaret yapıyordu.
Fakat -Urquhart gibi- kaderini
Yunan isyanı değiştirdi; bu ülkeye yaptığı ticari faaliyetleri
baltalanınca gazeteciliğe yöneldi. “Le Spectateur Oriental” ve
“Le Courrier de Smyrne” adlı yayın organlarında Avrupalı tüccarların
sözcülüğünü yaptı. Fransız kolonisinin temsilcisi seçildi.
Bu arada…
1831’de İstanbul’da, Osmanlı
Devle-ti’nin ilk resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’nin çıkarılma hazırlıkları
başladı. Blak Bey’den akıl alındı.
II. Mahmut, tanıştığı Blak Bey’den
etkilendi; onun Avrupalılarla ilişkisinden yararlanmak için Takvim-i
Vekayi’nin ayrıca Fransızca da yayınlanmasını istedi.
“Moniteur Ottoman” böyle doğdu
ve başına da Blak Bey getirildi. (Oğlu Edouard Blacque, 1867’de ilk
kez açılan Washington’un Osmanlı Elçisi olacaktı.)
David Urquhart, Blak Bey ile tanıştı.
Kaynaştılar. Amaçları aynıydı. Urquhart, “Moniteur Ottoman” da,
ekonomi düşünürü-yazarı olmadığı halde iktisat yazıları kaleme
almaya başladı.
Bugün bu makalelere baktığınızda
ne kadar ilkel olduğunu görürsünüz ama o tarihte Osmanlı Sarayı
bu iktisat yazarını pek beğendi! Yetmezmiş gibi, II. Mahmut da önce
yazılarını okuyup sonra tanıştığı bu “ekonomik beyinden” etkilendi.
Osmanlı Sarayı oltaya geliyordu.
Urquhart makaleyle yetinir mi; 1833’te Osmanlı Devleti’nin ekonomik
yapısını incelediği, “Türkiye ve Kaynakları” kitabını yayınladı.
Bazı sayfalar Türkçe’ye çevrilerek II. Mahmut’a sunuldu.
Osmanlı düşünce hayatı böyle
oluşturulmaya başlandı. Ülke bu ekonomik modelle kurtulurdu! Peki
neydi göklere çıkarılan yeni ekonomik sistem?..
“İSLAM SOSU” OLMAZSA OLMAZ
Urquhart, Moniteur Ottoman’daki
yazılarının özü şuydu:
Osmanlı Devleti eski ekonomi
ve maliye uygulamaları tarihin çöp sepetine atmalıydı; özellikle
ticaret tekellerini ve iç gümrükleri kaldırmalı; buna karşılık
dış ticareti hemen serbest bırakmalı ve tabii gümrükleri çok düşük
tutmalıydı.
Yani Osmanlı, pazarını kayıtsız
şartsız açmalıydı. Osmanlı Hazinesi ancak bu şartlarda dış borç bulabilirdi!
Ayrıca yeni ekonomik sistem kabul
edilirse, güçlenen ticaret ilişkileri sayesinde İngiltere; Rusya
ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa karşısında güçsüz duruma düşen Osmanlı’ya
yardım ederdi!
David Urquhart, salt ekonomi yazılarıyla
etkili olamayacağını biliyordu. İslamiyet’i yücelten makaleler
de yazmaya başladı. Örneğin, 1833’te “İslam As a Political System”
başlıklı makalesinde, Hıristiyanlığın sadece ruhani olduğunu,
dünya işleriyle ilgisi bulunmadığını ve fakat “İslam’ın hem ruhani
hem cismani olduğunu, ahiret hayatı ile beraber aynı zamanda insanların
dünyevi hayatını da her kademede düzenleyen bir siyasi sisteme
sahip” olduğunu yazdı.
Bu tür övgü yazıları Müslümanlar’ı
mest etmeye yetti. Hele Urquhart’ın Rusya düşmanlığı İstanbul’da
herkesin gönlüne taht kurdu. (İngilizler’in dönemin “Yeşil Kuşak
Projesi” olan Çerkesler’i Rusya’ya karşı kullanma stratejisini
uygulayanlardan biri de Urquhart idi. Çerkes Bayrağı’nı bile Urquhart
tasarladı. Türk Bayrağı’nın rengi ile yıldız ve ay’ın Bizans amblemleri
olduğunu yazan da Urquhart oldu! 1844’te çalmıştık!)
Marks, Osmanlı’yı seküler bir
reformun kurtaracağını yazarken Urquhart “aman laiklikten uzak
durun” diyordu!
Engels, Marks’a yazdığı mektupta
“Türk dostu” geçinen Urquhart’ı “budala, adi, geveze” olarak nitelendirdi.
İngiltere’nin Osmanlı’nın imalatçısı haline getirilerek sömürüleceğini
öngörüyorlardı. Ve oldu.
Osmanlı, İngiltere ile 1838’de
Ticaret Antlaşması’na imza koydu.
45 yıl sonra bu antlaşmanın sonuçlarını
vakanüvis Ahmet Lütfi Efendi şöyle yazacaktı:
“Ol muahede (1838 Ticaret Antlaşması)
ile yed-i vahid (tekel) usulü kalktı ise de yerine ecnebi inhisarı
(yabancı tekeli) geldi ki. Memalik-i Mahrusa’da (Osmanlı Devleti’nde)
hurdefuruşluğa (en küçük ticarete) kadar ecnebiler iştirak eyledi.
Sanayii dahiliye bütün bütün mahv-ü muattal oldu (çöktü) ve emtiayı
efrenciye (yabancı mallar) revaç bularak nükud-u mevcudumuz (mevcut
paramız) Avrupa’ya çekilip gitmeye başladı.” (Tarih-i Devlet-i Aliye-i
Osmaniye, c:5 s: 112)
1838’deki ticaret antlaşmasına
giden süreçte basın önemli bir “rol” üstlendi. İmzalar atılınca “görevi”
bitmedi. İngilizlerle, sarayı ve kamuoyunu etkilemeye devam edecekti.
Fakat Fransızlarla çıkar çelişmeleri gazeteye de yansıdı. İngilizlerin
yeni gazeteye ihtiyaçları oldu. Ceride-i Havadis bu amaçla hayata
geçirildi.
DÖNEMİN “TARAF” GAZETESİ
Adı; William N. Churchill
(1796-1846).
Londra doğumlu. Yolu İzmir’e
sonra İstanbul’a düşenlerden. Fransız Levanten ailenin kızı Beatrice
Belhomme ile evlendi.
1780’de yayın hayatına başlayan
İngiliz “Morning Herald” gazetesinin Türkiye temsilcisiydi.
1836’da bir gün…
Kadıköy’de avlanırken yanlışlıkla
Defterdar katiplerinden Necati Efendi’nin oğlunu yaraladı. Yakalanıp
Üsküdar Muhafızlığı’na götürüldü. Tutuklandı.
İngiliz Büyükelçisi John Ponsonby
olaya çok tepki gösterdi ve hemen el koydu; “bir İngiliz gazeteci nasıl
tutuklanabilirdi?” O günler artık İngiliz-Fransız elçilerinin Osmanlı
yönetiminde ağırlıklarını koyduğu dönemdi.
Churchill serbest bırakılmakla
kalınmadı, hediyelere boğuldu.
Ve asıl bomba patladı; 11 Mart
1836’ta daha yeni kurulan Umur-ı Hariciye Nezareti (Dışişleri) başına
getirilen Akif Paşa bu olay nedeniyle görevden alındı.
İyi de Akif Paşa’nın bu olayla ne
ilgisi olabilirdi? Eğer biri görevden alınacak ise Umur-ı Mülkiye
Nezareti (İçişleri) koltuğunda oturan Pertev Paşa alınmalıydı.
Hayır, İngilizler Akif Paşa’nın
kellesini istemişlerdi. Niye?
Akif Paşa bu olayın perde arkasını
yedi yıl sonra yayınlanacak “Tabsıra” adlı yapıtında açıkladı.
Döneminde beş baskı yapan kitabında, Pertev Paşa’yı İngiliz siyasetinin
savunucusu olarak gösterirken kendisini dışa bağımlı siyasetin
karşısında konumlandırıyordu.
Osmanlı Devleti’nin dış borçlanmasıyla
ilgili kendisinin görevlendirildiğinin söyleyen David Urquhart
da, sık görüştüğü Akif Paşa’yı doğruluyor:
“Osmanlı Devleti’nin (Rusya’ya)
büyük bir tazminat ödemek zorunda kaldığını ve kendilerine dış
borç vermek istediğimizi söyledim. Akif Paşa, ‘Ben, böyle tarihi ve
milli bir felaket karşısında, sizin uzattığınız borcu almayacağım.
Ben, halkıma müracaat edeceğim, halkımdan fedakarlık isteyeceğim;
ama size borçlanmayacağım. Ben, halkımın etiyle, dişiyle, tırnağıyla
kazandığı paraları size faiz olarak ödeyemem’ dedi ve kesin bir
dille reddetti.”
Anlaşılıyor ki; Akif Paşa bir
bahaneyle koltuğundan edilmişti.
Bir ara Dahiliye Nazırlığı’na
getirilse de, İngiliz lobisi sonucu yine hemen görevinden alındı;
Kocaeli’ne ardından da Edirne’ye sürüldü. Babıali’de artık “milli
devlet adamı” dönemi kapanıyordu.
Meydan William N. Churchill gibi
müteşebbislere kaldı…
Churchill gazete patronu olmak
için kolları sıvadı. Biliyordu ki, “ihtiyaç” vardı! Osmanlı düşünce
hayatında iki görüş çarpıyordu; “himaye usulü” mü; “serbesti usulü”
mü?
Serbest piyasayı savunan Ceride-i
Havadis, 3 Temmuz 1840’ta doğdu.
Ceride-i Havadis’in sürekli
yazdığı ekonomideki yeni düşün ve fikirler; sadece sömürülecek
pazar yaratmak içindi. Bu sömürü pazarı kendilerine gazeteci- yazar
diyen casuslar aracılığıyla oluşturuldu ve yıkım sonra geldi.
Son bir söz etmeliyim:
Bizim tarihimizde kimi casuslardan
hep “Türk dostu” diye bahsedilir. Böyle yazanlardan biri de AKP’li
Hüseyin Çelik.
“İngiliz Dış İşler Komiteleri” adlı kitabında, David Urquhart’a ve onun kurduğu
Fo- reign Affairs Committee’ye övgüler dizdi. Osmanlı yanlısı olduğunu
yazdı. Yakışır.
Oysa o dönemde; Nakşibendi Gümüşhanevi
Dergahı’nın kurucusu Ahmed Ziyaeddin Efendi, Osmanlı pazarının
yabancı sermaye eline geçişini engellemek ve küçük Müslüman işletmeleri
korumak için yardım sandıkları kurdu.
AKP, casus Urquhart’ın açtığı
yolda yürümeyi sürdürüyor."
0 comments
Write Down Your Responses