İnsanlığın Siyah Güneşi: Biz çektik beyazlar çekmeyecek
Yüzyılımızın gelmiş geçmiş en
büyük siyasal/toplumsal figürlerinden biri olan Nelson Mandela artık yok. Çok
uzun bir ömür sürmüş olmasına rağmen, ölümü beklendiği anlarda, milyonlarca
insan doğa yasalarının onun için işlememesini ne kadar istediler, tahmin etmek
zor değil.
Çünkü Nelson Mandela, siyah ya da
beyaz herkesin hayatına mutlaka dokunup geçmiş, insanlık tarihinin çok önemli
ikonlarından biriydi. Yaşamında neyi savunduysa hepsinin karşılığı vardı.
AIDS’le mücadele kampanyalarına destek verirken bu mücadelenin gerekli olduğuna
en çok o inandı.
Oğlu Makgatho’yu bu hastalıktan
kaybetmişti Ülkesinde rekor düzeyde yaşanan trafik kazalarına ilişkin
başlatılan her kampanyada oluşunun simgesel değil, sahici bir gerekçesi vardı.
Cezaevindeyen oğlu Thembekile’yi, onca badireyi atlattığı başkanlık sonrası
döndemde de onüç yaşındaki torunu Zenani’yi trafik kazasında yitirdi.
Trajedilerle dolu uzun bir ömürdü onunkisi.
Ömrünün tam 27 yılını, ülkesi
Güney Afrika’daki ırkçı rejimi çok ırklı demokratik bir rejime dönüştürme
mücadelesi verdiği için hapishanede geçirdi. 1993 yılında Nobel Barış Ödülü
aldı, 1994 yılında ülkesinin ilk siyah cumhurbaşkanı oldu. Bu inanılmaz yaşam
her kula nasip olacak türden değil. Uğruna mücadele ettiği herşeyi kazanabilen
kaç insan var Mandela gibi?
İlk siyah hukukçu
1941 yılında, yani henüz 23 yaşındayken, ailesi onu
evlendirmenin hazırlığını yaparken kaçarak Johannesburg’a gitmesinin nedeni
erkenden bilincine vardığı ırkçılıkla mücadele konusunda sorumluluklar almaya
karar vermiş olmasıydı. Her ırktan, her
kesimden öğrencinin bulunduğu Witswaterand Üniversitesi’nde yakın arkadaşı
Oliver Tambo ile birlikte hukuk okumaya başladı. İki yıl yıl sonra ırkçılıkla
mücadelenin en önemli örgütlerinden Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) gençlik
örgütüne katıldıkları gerekçesiyle Tambo ile birlikte okuldan atılacaktı. İki
arkadaş üniversiteyi daha sonra dışarıdan bitirecek, birlikte 1952'de ülkenin
ilk siyah hukuk bürosunu kuracaklardı.
Mandela 1948’de ANC’nin önce
genel sekreteri, iki yıl sonra da başkanı oldu. 1961 yılında, Nijerya’ya gitti.
Rejime göre gidiş nedeni “askeri eğitim görmek”ti. Nijerya’dan 1962 yılında
döner dönmez tutuklandı. Üzerinde ANC’nin “devrimci planları” bulunduğu
gerekçesiyle 1964 yılında ırkçı rejim tarafından ömür boyu hapse mahkum edildi.
Yargılanması sırasında yaptığı savunma tarihe geçti. “Halkımın temsil
edilmediği bir parlamento tarafından hazırlanmış yasalara uymak zorunda
değilim” cümlesi meşhurdur. Özgürlüğüne tam 27 yıl sonra 1990’da kavuşacaktır.
Tepeleri aştıkça tepeler gördü
Ülkesinin ırkçı rejimden
kurtarılmasında, kendisini haklarını aradığı siyahlara adamasında yıllar önce
başlattığı ilk kavga dönemlerinde söylediği “mücadele benim hayatımdır”
belirlemesi etkili olmuştur. Başka türlü bir yaşam seçmesine, istese de olanak yoktur.
Çünkü bir kabile “aristokratı”nın oğlu olarak önce kabile mensuplarına sonra
tüm renkdaşlarına karşı sorumlulukları vardır. Bu sorumluluk onu bir dünya
lideri yapan ilerletici bir duyguydu. Hiçbir zaman boş umutlar vermedi
takipçilerine. Çıktıkları yolun çok ama çok zor olduğunu her zaman hatırlattı
onlara. En çarpıcı ifadelerinden biri “Büyük bir tepeyi tırmandıktan sonra,
tırmanılacak daha bir sürü tepe olduğunu göreceksiniz” cümlesidir. Bir
mücadeleinin çok aça çok uzun olduğu
ancak böyle anlatılabilirdi.
Her zaman barışı savunmasına
rağmen gerçekçiydi de. Karşı taraf için bir anlam ifade etmediği sürece sadece
barış demenin gereği yoktu. Böyle düşündüğü için 1961’de kurduğu Ulusun Mızrağı
adlı gençlik örgütüyle silahlı mücadele temelli bir hat izledi. Bu örgütle
ırkçı rejimin kurumlarına yönelik sabotaj eylemleri gerçekleştirdi. Ama asıl
çizgisi hep,silaha başvurmak zorunda kalmadığı sürece, “barışçı siyaset” oldu.
Bunu, ırkçı rejimin sonunu getirdiği son dönemde oynadığı ılımlı rolle de
kanıtladı.
Barışçıl geçişin mimarı
Ülkedeki siyah hakları
mücadelesinde ırkçı rejimi zor durumda bırakan bir karar 1960 yılında BM’de
alındı. BM Apartheid’ı (yani ırkçılığı) insanlığa karşı suç olarak ilan
etti. Hemen değilse bile 1970’lerde
Güney Afrika’ya karşı ekonomik ambargo çağrısı da yapıldı. 1980’lerde spor
başta olmak üzere bir çok alanda boykotlar gündeme geldi. ABD’nin 1986’da
aldığı yaptırım kararı ise rejim için son darbe oldu. Güney Afrika ırkçı
yönetiminin ANC ile görüşmelere başlamaktan başka çaresi kalmamıştı.
Irkçı Güney Afrika rejimi
1980’lerin sonundan başlayarak iktidarı ANC’ye bırakmak için gişimlere
başlamıştı aslında. Batının baskısı, dünya halklarının siyahların verdiği
mücadeleye gösterdikleri büyük sempati, dünya kamuoyunun baskısıyla yavaş yavaş
uygulanan yaptırımlar ırkçı rejimin sonunu getirecek işaretleri ortaya
çıkarmıştı. Tarafların yaptığı görüşmeler 90’larda somutlaştı ancak. Dünya
kamuoyunun baskısı öyle bir boyuttaydı ki, ırkçı rejim, tüm yasak partilere
izin vermek zorunda kaldı. Daha da önemlisi ırkçı yasaları birer birer
kaldırmaya başladı. 1994 yılında da siyah beyaz, herkesi kapsayan genel
seçimler yapıldı. ANC’nin açık ara farkla kazandığı seçimler sonunda ülkenin
yeni cumhurbaşkanı belli olmuştu artık: Nelson Mandela.
Ama sorunlar devasa idi. Nüfusu
40 milyona yaklaşan ülkede 10 milyon yoksul vardı. Nüfusun 25 milyonu
elektrikten yoksundu. Siyahlar arasında okur yazarlık son derece düşüktü. Bebek
ölümleri siyahlar arasında beyazlara oranla 10 kat daha fazlaydı.
Güney Afrika tarihinin ilk siyah
cumhurbaşkanı olan Mandela, aynı zamanda büyük bir diplomasi ustasıydı. Irkcı
rejimi, kendisini var eden tüm uygulamalarından vazgeçirecek koşulları onun bu
ustalığı sağladı. ANC’yi yönetiminde ülke siyahlarının tek temsilcisi durumuna
getirmesi, tam 40 yıl boyunca bu örgüte halkın sahip çıkmasını da sağladı.
Sivil toplum içerisinde büyük bir güç kazandı. Bu güçle ANC uluslararası planda
ırkçı rejime karşı müthiş bir diplomasi yürüttü. Sözkonusu rejime yönelik
ekonomik, siyasal tecrit uygulaması bu diplomasinin sonucudur.
Asıl önemlisi ülkedeki beyaz
sermayenin de bu tecrit durumundan hoşnutsuzluk duymaya başlamasıydı. Mandela’nın asla beyazlara
önyargılı davranmaması, yumuşak, ılımlı kişiliği büyük iş çevrelerinde ANC önderliğindeki
bir Güney Afrika’da yaşanabilineceği düşüncesini de oluşturmuştu. Dolayısıyla
ülkedeki rejim değişikliğine yıllarca uluslararası tecrit altında yaşamaktan
memnun olmayan iş çevreleri de ikna olmuştu. ANC’nin Güney Afrika Komünist
Partisi ile yakın ilişkisinin batıda uyandırdığı endişe de Sovyetler
Birliği’nin çöküşü ile ortadan kalkacaktır.
Ancak cezaevinde ki Mandela
tarafından yönetilen ANC işi şansa, toplumsal gelişmenin gevşetici atmosferine
bırakmadı. ANC, Güney Afrika iş çevreleriyle de bir anlaşma yaptı. Bu anlaşma
ANC’nin komünist çizgisinden uzaklaşmasıyla yapılabilecek bir anlaşmaydı, öyle
de oldu. Artık sosyal demokrat bir çizgiyi benimseyecekti. Anlaşmanın büyük iş
çevrelerini rahatlatan maddesi, ANC iktidarında asla kamulaştırma yapılmayacağı
idi. Toplumsal refah için çalışılacak, ülke uluslararası sermayeye açılacaktı
verilen taahhüt gereği.
Ancak ırkçı rejimin vahşi
cinayetleri, haksız infazları, adaletsiz yargılamaları ne olacaktı peki? ANC,
ırkçı rejimin tüm işkencecilerini rahatlatacak bir anlaşma yaptı, özellikle
beyaz güvenlik kurumlarıyla. En eleştitilrn uygulması budur. ANC dünyaca ünlü
rahip, Nobel Barış Ödülü sahibi Desmond Tutu başkanlığında Gerçekleri Araştırma
Komisyonu kuracak, bu komisyon, suçlarını itiraf edenleri affedebilecekti de.
21 bin ifade alınmış, oturumlar halka açık yapılmıştı. Suçunu itiraf edenler de
affedilmişti.
ANC’nin büyük iş çevreleriyle
yaptığı anlaşma sol kanadının olduğu kadar, hatta daha çok Güney Afrika
Komünist Partisi ve ülkenin en büyük sendikası COSATU’nun tepkisini çekti.
Güvenlik güçleriyle yapılan anlaşma ise ırkçı devlet görevlileri tarafından
yakınları öldürülenler için kabulu zor bir durumdu. ANC bu konuda uzun yıllar
eleştirildi. Çünkü ağır baskı koşullarına karşı silahlı mücadele veren bir
örgüt olarak kurulmuştu. 1961-1963 arasında çoğunluğu ANC’nin silahlı
kanadının200-300 arası sabotaj eylemi gerçekleştirdiği biliniyor. Bu nedenle anlaşma ANC içinde de büyük
eleştirilere yol açmıştı.
Biz çektik beyazlar çekmeyecek
Cezaevinden çıktığında, Güney
Afrika’daki beyazlar kendilerine yönelik intikam saldırılarından endişe
ediyorlardı. Ama Mandela’nın sözleri bu korkulara set çekti. Çıktığında yaptığı
ilk konuşmada “En büyük mücadelem siyahların yaşadıklarını beyazlara
yaşatmamaktır” dedi. Irkçılık Güney Afrika topraklarında artık hüküm
süremeyecekti.
Mandela devlet başkanı olarak
yeni bir anayasa da yaptı. Toprak reformunu hayata geçirdi, yoksullukla
mücadelenin yanısıra sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi için yeni politikalar
geliştirdi.
Görev süresi sona erdi ama, Güney
Afrika’nın problemleri henüz ortada duruyor. Ayrıca ANC iktidarı, son yıllarda
muhalefeti bastırmak amacıyla basın özgürlüğüne ciddi darbeler de vurdu. Irkçı
rejime karşı verdiği mücadeleyle tanınan dünyaca ünlü Güney Afrikalı yazar
Nadine Gordimer, ANC’nin ülkeyi ırkçı dönemin baskıcı ortamına geri döndürmekle
suçladı ki, yapılabilecek en ağır eleştiriydi bu.
Her adının bir anlamı var?
O kadar çok lakap takıldı ki
Mandela’ya hepsinin anlamı alt alta yazılsa karakteri hakkında ciddi bir
bilgiye sahip olunur. 1918 yılında Güney Afrika’nın doğusunda küçük bir köyde
Tembu kabilesi mensubu olarak doğduğunda adı
Rolihlahla Dalibhunga’ydı. Ama dünya onu okula başladığı ilk gün İngilizce
öğretmeni bayan Mdingane’nin taktığı adla yani Nelson ile tanıdı. O dönemin
Afrikalıları arasında, sömürge kültürünün sonucu olarak İngilizce ad almak
modaydı çünkü. Mdingane’nin neden bu adı seçtiği bilinmiyor.
Aslında her adının ya da
lakabının özel anlamları, öyküleri var. Rolihlahla. Tembu kabilesinin dilinde
“bir ağaç dalını çeken kişi” demek, ama halk arasında “başbelası” anlamında da
kullanılıyor. Dokuz yaşındayken kaybettiği babasının bu adı koyması için neden
ne olabilir? Dünya ne derse desin kabiledaşları ona tüm ömrü boyunca Madiba
diye seslendiler. Taktıkları lakapla yani. Kabile adı bir Afrikalı için
soyadından daha da önemli. Madiba lakabı, babası kabile şefinin danışmanı olan Mandela için çok anlamlı bir
seçim olmuş belli ki. Bu ad 18. yüzyılda
Transkei kabilesinin şefinin adı aslında. Tata da adlarından biri. O da
kabile kaynaklı bir isim. Anlamı da “baba”. Güney Afrikalıların çoğu bir sevgi
belirtisi olarak bu lakabı da çok sık kullanıyorlar Mandela için. Khulu da
“yüce”, “olağanüstü” anlamlarına gelen bir başka sıfat. Dalibhunga da konseyin,
bir organizasyonun kurucusu anlamında kullanılan bir isim.
En çok yakınları üzdü
Yaşamı boyunca hakkında tek bir
olumsuz suçlama yapılmamış olan Nelson Mandela en çok en yakınındakilerin
yaptıkları yüzünden sıkıntılar çekti. Güney Afrika'daki ırk ayırımına karşı
yıllarca birlikte mücadele verdiği arkadaşı Boesak hırsızlık ve yolsuzluktan
yargılanıp suçlu bulundu.
Ama en büyük darbeyi ikinci eşi
Winnie Mandela’nın dolandırıcılık ve hırsızlıktan 5 yıl hapis cezasına
çarptırılmasıyla yedi. Mahkeme, kocasına ve mücadelesine verdiği büyük
destekten ötürü “Ulusun Annesi” olarak adlandırılan 66 yaşındaki Winnie
Mandela'ya verilen hapis cezasının bir yılını tecil etmişti. Suç ortağı Addy
Moolman da, hırsızlık ve dolandırıcılıktan suçlu bulunmuştu. Güney Afrika’daki
yoksul kesimlerde hala adı sevgiyle anılan Winnie Mandela ve Moolman, Afrika
Ulusal Kongresi Kadın Birliği çalışanları adına sahte belgelerle bankadan kredi
almakla suçlanmışlardı.
Üç kez evlendi
Mandela 1944 yılında dört
çocuğunun annesi Evelyn Mase ile evlendi, 1958 yılında boşandı. İkinci eşi
Nomazmo Winifred Madikizela (Winnie) ile 1958 yılında evlendi ancak 1992’de
ayrıldı. Winnie ile ayrılması onun için kolay olmadı. Ayrılma kararını “eşimden
ayrılıyorum, ama onu suçlayarak değil.
Onu ilk tanıdığımdan beri cezaevinde ya da dışarıda ondan daima aşk ve şefkat
gördüm” diyerek açıklamıştı. Sekreteri Jessie Duarte, ayrılma kararı aldığı gün
yaşadığı üzüntünün tanıklarından. “Bütün gün ayrılma kararını duyurmadan önce
tek tek yakın arkadaşlarının evlerine gitti kaçarcasına. O gün hiç kimse ona
kararı hakkında soru soramadı” diye anlatıyor o günü.
Mandela’nın üçüncü eşi, kuşkulu
bir uçak kazasında ölen Mozambik Devlet Başkanı Samora Machel’in dul eşi Graca
Machel’di.
Kadınlara ilgisini bilmeyen yok.
Ancak ülkesinde yaygın olduğu halde çok eşli bir yaşamı olmadı hiç. Sekreteri
Jessie Duarte, “güzel kadınları çok sever” diye tanımlıyor Mandela’yı. Ama
ekliyor hemen “kadınların da ona ilgisi hep yüksek düzeyde olmuştur”.
Evren’ e hayır Kaddafi’ye evet
Nelson Mandela hem verdiği
kişisel mücadeleyle hem de ırkçılık karşıtı görüşleriyle dünyada büyük saygı
uyandırdı. Resmi biyografisinde 250’den fazla ödüle sahip olduğu belirtiliyor.
Bunlar arasında 1962’de verilen Lenin Barış Ödülü, 1979'da aldığı Nehru Ödülü,
1981'de verilen Bruno Kreisky İnsan Hakları Ödülü, 1983'de UNESCO’nun Simon
Bolivar Ödülü de var. Nobel Barış Ödülü’nün yanısıra ABD Başkanlığı Özgürlük
Madalyası’na da sahip.
Mandela’ya bir ödül de 1992
yılında Türkiye’den ülkede gerçekleştirdiği darbeden sonra Cumhurbaşkanı olan
cunta lideri Kenan Evren tarafından verilmek istendi. Atatürk Barış Ödülü olarak
adlandırılan ödülü Mandela, insan hakları ihlali yaptığı iddia edilen Türk
hükümetinden böyle bir ödülü kabul edemeyeceğini belirterek geri çevirdi. Bu
tavrının modern Türkiye’nin kurucusu, reformcu Mustafa Kemal Atatürk’e karşı
“hiç bir görüş yansıtmadığını” belirterek tabii.
O dönemler kimse Mandela’nın bu
tavrına, Türkiye’deki bir kaç kişinin dışında, itiraz etmedi. Çünkü
darbecilerin verdiği bir ödülü, ömrü insan hakları konusunda mücadeleyle geçmiş
birisinin kabul etmesi beklenemezdi.
Ancak, ülkesinde demokrasi olmayan Libya lideri Muammer Kaddafi’nin
kendisine verdiği madalyayı, değil reddetmek, bizzat bu ülkeye giderek
Kaddafi’nin eliyle boynuna takınca eleştirilerin hedefi haline geldi.
Bu tavrı da anlaşılmaz gelebilir
ama Nelson Mandela elbette Libya’daki rejimi savunuyor değildi Emperyal
güçlerin Libya üzerindeki siyasal, ekonomik baskılarına karşı tepkisini
sözkonusu madalyayı Kabul ederek göstermek istemişti. Bu konuda samimiydi.
Çünkü daha önce de sonrasında da hem Küba’ya hem de Libya’ya uygulanan acımasız
ambargoların kaldırılması yönünde defalarca çağrıda bulunmuştu. İngiltere ile
Libya arasında yıllardır süren Lockerbie uçak faciası ile ilgili görüşmelerde
arabuluculuk da yapmıştı. Bir Güney Afrika ziyaretinde dönemin ABD Başkanı Bill
Clinton’u tüm dünya medyasının gözü önünde Libya’ya ambargolar konusunda
eleştirmişti. Yani Kaddafi’den çok ambargolar yüzünden sıkıntı yaşayan Libya
halkına sevgi duyuyordu. Oysa Evren ve arkadaşları emperyal güçlerin sevdikleri
kişilerdi. Mandela’nın böyle bir Türkiye’den gelen ödülü almaması bu anlamda
anlaşılabilirdi kuşkusuz.
Ömrünün 27 yılını cezaevinde
geçirmesine rağmen Nelson Mandela, bunu asla sık sık dile getiren biri olmadı.
Sabırlı, mücadelesinin olgunlaştırdığı bir lider olarak “Ben acı çekmedim. Günü
yaşamanın önemini ve yarını çok düşünmemek gerektiğini öğrendim” demesi
şaşırtıcı değil. “Düşünmemek” kelimesi burada elbette “kayıtsızlığı” değil,
içinde bulunduğu durumu “kendisini yiyip bitirecek bir olumsuzluk olarak
görmeme”yi ifade eder.
İkinci kez, hem de yine
çoğunlukla seçilebilecekken yeniden cumhurbaşkanlığına aday olmadı
Madiba.Öldüğü güne kadar, insanlığın tüm iyi evlatlarının kurduğu düşe sarıldı.
Bu sözler onun: “Tüm insanların uyum içinde birlikte yaşadıkları ve eşit
haklara sahip oldukları demokratik ve özgür bir toplum hayali hiç aklımdan
çıkmıyor”.
Hiç aklından çıkmadı.
Işığını bırakıp giden bir güneşti
o. Siyah, beyaz, sarı.. Her renkten
insanın içini ısıtıyor sıcaklığı.
0 comments
Write Down Your Responses