1960’lı yıllarda başlayıp kısa sürede önce orta-doğu sonra dünyayı kasırga gibi savuran İslamcılık İdeolojisi’nin, acılar dersler trajediler dolu yıkılışına şahit oluyoruz.
Giyim kuşam tarzları, örgütlenme biçimleri, batıya ve modernizme karşı kullandıkları söylem biçimleri, vs., Irak’ta Dava, Mısır’da Müslüman Kardeşler, Türkiye’de milli görüş, vs., bir devrin sonuna gelindi, an itibarıyla ENKAZ kaldıracak adamları dahi kalmadı, an itibariyle ORADA KİMSE VAR MI, diye seslenecek bir el uzatacak insan yüzüne çıkacak yazarları kalmadı, tam bir infilak, yer yarıldı yerden pislik volkanı fışkırdı ideoloji yok oldu.. Berlin Duvarı’nın yıkılıp Sovyetler’in çökmesi gibi, müslüman topraklarda İNSANA SİYASETE HAYATA musallat olup toplumu ortadan ikiye bölen bir BÜYÜK KARA DUVAR yıkıldı..
Din ve inanç gibi tarihin ve dünyanın hiç çözülmeyecek sorunsalını kullanıp büyük kitleleri etki altına alıp büyük ve gizli ve adanmış örgütler kurup Türkiye’de Filistin’de Mısır’da Tunus’ta Cezayir’de vs. iktidarı ele geçirecek büyük partiler kurdular..
Hala süren mezhep savaşlarına sebep oldular.
Hala süren iç savaşlara sebep oldular..
FBI ve CIA gibi istihbaratın enstrümanı oldular.
Petrol şeyhlerinin dolar milyarderlerinin adamları oldular.
El Kaide’ye kadar uzanan vahşi şiddet örgütleriyle içli dışlı oldular..
Velhasıl bu uzun hikayeye nice kitaplar yazılacak, ne kendi ülkelerine ne gittikleri ülkelere huzur güven itimat veremediler. Merhamet adalet asayiş eşitlik ve kardeşlik’ten zinhar zırnık güven veremediler..
İslamcılık ideolojisi yakın tarih içinde dünya akademilerinde en az Marksist hareket kadar çok konuşuldu. Kapitalizm ve şehvetli piyasası ve o piyasanın gizli karanlık ajan örgütleri ve hepsinin cazibesi işlerini bitirdi..
İslamcılık ideolojisini dert edinip konuşmayan sosyolog felsefeci siyaset adamı aydın kalmadı, kimi bela gibi gördü, kimi bir mistik arayış, kimi batı kültürüne okunan bu meydan okuyuşu önce ciddiye sonra dalgaya aldı, kimi sadece kanlı şiddetini kimi sadece batıya bela okuyan göçmen sorununu, kimi petrolünü, kimi dolarlarını, kimi modern siyasetle ilişkilerini, kimi, bu geniş müslüman dünyayla konuşmak diplomasi geliştirmek için kafasını ajanını aydınını içine kadar sokup anlamaya çalıştı, ama herkesi bütün dünyalıları MEŞGUL ETMEYİ bir şekilde başardılar..
Dibi bucağı olmayan coğrafyaları yıkıp parçalayan sert bir siyasi hareket, Londra’nın göbeğinden Malezya’ya kadar özellikle 80’li yıllardan sonra hemen hergün GÜNDEM’de kalmayı başardılar.. Modernizm eleştirileri, sekülerizm tartışmaları, giyim kuşam tarzları, vb., çok şeyi son otuz yıldır manşette ekranlarda tutmayı başardılar..
BİZLERE DÜŞEN O ÇIĞLIĞA KULAK VERMEK
AKP’nin ve Cemaat oluşumunun birbirleriyle girdikleri iç savaş ve ortalıkta dönen yüz milyarlık kara paralar, işte, BU UÇSUZ BUCAKSIZ tartışmaların ve kör savaşın, son günlerine geldiğimizi gösteriyor.
Çünkü bu iki İslami örgütün iç savaşı, bir savaştan daha çok anlamlar taşıyor. Anayasa hukuk tanımazlıkları bir yana, gizli gündemleri bir yana, seks kasetleri bir yana, Allah’ı, dini en pis işlerine alet etmeleri bir yana, sefahatları şatafatları bir yana, halkın parasını dünya tarihinde görülmemiş büyüklükte çalmaları bir yana, El Kaideyi Suriye’de silahlayıp İran’a karşı savaştırırken arkadan İran’la kara para temizlemeleri bir tarafa, bir devlet için felaket denecek polisi savcısını ikiye bölmeleri bir tarafa, ordusuna işgal güçleri gibi kumpas kurması bir tarafa, yazarlarına suç inşa edip yalancı tanıklarla içeri tıkmaları bir tarafa, sayıştayı meclisten kovmaları bir tarafa, suçlamaları, iftiraları, ithamları, yalanları, yalıları, halkın parasıyla sövüşledikleri bankaları, maaşa bağlanmış kiralık liberalleri bir tarafa.. İLER TUTAR HİÇBİR YANLARI kalmadı.
Dünyanın gözü önünde en iptidai 60’lı yılların Orta Afrika ülkelerinde dahi görülmemiş çavuş zekasında kaotik ve çözülmüş ve kukla bir devlet yönetimi..
Bu tartışma bir yüzyıl daha sürer, Enver Paşa’nın kaçtığı günlerdeyiz, ülke mağlup olmuş, anayasası hukuku bir ajan örgütünün elinde ve yine işgal altındayız. Bu karanlık günde Samsun’a çıkan Mustafa Kemal’in partisi de, Samsun’a değil Washington’a çıkarak işgalcilerle ortaklık hesapları içinde. Vehamet gittikçe katlanıyor, önümüzde büyük bir ekonomik buhran ve en az dört-beş yıl kurulup yıkılacak kukla hükümetler görülüyor..
Ancak bizlere düşen, bu enkazın altında kalan milyonlarca müslüman genç temiz samimi pırıl pırıl çocukların ÇIĞLIKLARI’na kulak vermek, onlarla, yeniden dünyayı, modernizmi, ülkeyi, partiyi, Allah’ı, hayat’ı şimdi silbaştan KONUŞABİLMEK..
Ağbilerinin babalarının yakınlarının ideolojik arkadaşlarının yolsuzluklarını seks kasetlerini insan içine bir daha çıkılamayacak kepazeliklerini gören bu milyonlarca kendine müslüman diyen çocuklar, an itibariyle ‘yetim’ ‘kimsesiz’ ‘öksüz’ ve ruhları ve her şeyleri aldatılmış kandırılmış çocuklardır.
Liderlerine ve şeyhlerine kayıtsız ve mutlak bağlılıkla yetiştirilmelerinin trajik sonuçlarını dayanılmaz utançlıklar içinde yaşamaktadırlar.
Bu genç temiz çocukların bu büyük hayal kırıklığı travmalarını atlatabilmeleri uzun bir süre alır ve onlarla normal bire bir, bir konuşma ortamını bulabilmemiz uzun yıllar mümkün olamayacak. Ama, bir yerden başlamak lazım, onlarla yeniden buluşmak lazım, onlara bizlerin de acı tecrübelerini bir kez aktarmak lazım, ve onlarla elelle yitip gitmekte olan ülkemizi yeniden kardeşçe eşitçe ve bölüşerek toparlanmanın yollarını arayıp bulmamız lazım, en azından acemi de olsa, hepimize bir girizgah lazım..
YANLIŞLARIMIZDAN GERİ DÖNMEK HALA MÜMKÜN
Benim dünya güzeli kardeşlerim, babalarınızın liderlerinizin ve şeyhlerinizin bu rezilliklerinden sizler sorumlu değilsiniz.. Allah’a olan temiz inancımızı artık bu şeytan, diktatör bozmaları ve FBI oyuncaklarına daha fazla alet etmeyelim..
Müslüman kardeşlerim, artık partinize şeyhinize değil Türkiye’ye sahip çıkın, bunun için bu halkın ortak vicdanına yürüyün, bu şüphesiz kolay değildir.. Yaşı 40’ı devirenler için bir şey diyemem ama, yaşı henüz 20-25 olan kardeşlerim, her şeyi hem kendinizi hem ülkenizi hem rüyalarınızı hem amansız eleştirel kimliğinizi inşa etmek için vakit vardır. İdeolojik duruşu sıfırlayıp yeniden hemen bir yerinden başlamak lazım, lütfen ve ne olur, bir yeni dünya kurarken kendinizi sahipsiz ve yurtsuz ve kimsesiz düşünmeye başlayın, biraz yol aldığınızda ve birazcık etrafınıza ve bizlere baktığınızda kendinizi asla sahipsiz ve yurtsuz ve kimsesiz olmadığınızı göreceksiniz..
İdeolojik ve dünyadan izole duvarlar arkasında çok vakit kaybettiniz, ülkeniz dünya artık sizi bekliyor, çıkın o sizi mütemadiyen kandırdıkları ve kirlettikleri ve utandırdıkları yerden, hepimizin içinde kendimizi toz zerresi gibi hissettiği o büyük kalabalıkların içine yürüyün, göreceksiniz bir büyük hortumu en büyük fırtınalarını var eden o toz zerrelerin buluşmasıdır ve o toz zerresinin içinde büyük bir kozmik enerjinin saklı olduğunu göreceksiniz.. Bir ebedi bahar temizliği, havalandırın iç dünyalarınızı, kırarak açın pencerelerinizi, kanatlandığınızı göreceksiniz, kanatlanmış hiçbir yaratık unutmayın bir daha kirletilemez..
Bu, hepimiz için ‘herkes’ gibi olmanın tam zamanıdır.
Bir lokantaya oturduğunuzda dahi, bizden daha iyi paranız bizden daha iyi yemekleri aynı lokantada yediğimiz halde, kendinizle başkaları arasına bir sınır bir duvar koyuyordunuz, ben onlardan değilim çemberi, ilk işimiz, bu duvarı yıkmak olsun, gelin önce ‘herkes’ gibi olalım.. Dünyayı, Allah’ı ülkemizi hayatlarımızı kimseyi ‘başkası’ olarak görmeden konuşmaya çalışalım, hala peki partim ne olacak diyorsanız, üzülmeyin, onlar on yıl sonra yine iktidar olur, yetmiş yıldır, bir yetmiş yıl daha böyle bu hikaye,onları bırakın bizim bu ülkenin sizlere ihtiyacı var.. Yolsuzluklar FBI’sı kaldığı yerden devam eder, ama sen ben, karar verirsek bir gün, o zaman keseriz bu kanlı kirli döngünün kadere dönüşmüş yolunu..
İslamcı ağbileriniz liberal ağbileriniz, bakın sizleri nasıl utandırdı, sizleri nasıl hak etmediğiniz yalan tezgahların oyuncakları ve figüranları haline getirdiler, hepsine inandınız, başınızın üstüne koydunuz, sorgulayacak yeriniz kaleminiz yoktu, aldandık, ama ne yapalım diyemeyiz, bir daha kandırılmamak aynı kanlı FBI’lı tezgahlara düşmemek için bedenimize trafo elektriği verilmiş gibi sert sorular soralım..
Önce kaldırılacak büyük bir enkaz var, bu enkazın önce üstümüze düşüp bizi altında ezen en ağır çürümüş betonlarını kaldırmak zorundayız..
Mesela önce Suriye halkından manevi olarak özür dilemeliyiz, sonra ağır bir tazminat yükünün altına girmeye hazırlanmalıyız, mesela karşılığı olmaz ama, yüzbin, ikiyüzbin konut yapmak gibi bir taahhüte kendimizi hazırlayarak işe başlayabiliriz.. Bizler, bir kenardan çaresiz, sizlerin müslümanın müslümanı öldürdüğü bu savaşa nasıl dahil olduğunuzu, canımız yanarak parçalanarak gördük üzüldük ve bütün hayallerimiz boşa gitti.. Yanlışlarımızdan geri dönmek hala mümkün..
“ÖZÜR DİLERİZ PANKARTI”
Sonra ne yapabiliriz?
İkinciyi söylemeden önce bir anı paylaşayım.. Bosna’da Sırplar’ın vahşice öldürdüğü toplu mezarlar bulunup kimlikleri tespit edilip yeniden tabutlara konulup dualarla defnediliyordu, ordaydım. Hepimiz tabutların altına girmiş kazılmış mezar yerlerine taşıyorduk. Yüzlerce tabut, anneler babalar gençler yaşlılar hepimiz ağlıyorduk, çamur tümsekleri üzerinde düşe kalka tabutları sırtlanmış konvoy şeklinde giderken, önümüzü kesen büyük beyaz pankart ve o pankartı tutan onbeş tane sarışın kadın gördük..
Pankartta ‘özür diliyoruz’ yazıyordu, pankartı tutan Sırplı kadınlardı.. Hiç kimse bu Sırp kadınlarla konuşmak istemiyordu.. Hatta içimizden hem öldürdünüz hem de bırakmıyorsunuz ölümüzü gömelim, buraya kadar gelmiş hala slogan atıyor bir matemi bize çok görüyorsunuz diyorduk..
Ancak bu sahne kafamda yer etti, çok sonra şöyle düşünmeye başladım, Boşnaklar’ı kesip öldüren Sırplar’dı, ama bütün Sırplar değil, Sırplar’ın içinde başkaları da vardı, o başkaları, işte o özür dileyen kadınlar..
O beyaz pankarttaki özür dileriz yazısını gördükten ve o kadınların bizlere başka bir şey anlatmak isteyen çırpınışlarına şahit olduktan sonra artık bu soykırımı bütün Sırplar işledi diyemiyorum.
Peki ne diyorum, Sırplar’a komuta eden bir lider kadrosu vardı, onlar işledi diyorum.. Hiçbirinizi ve hiçbirimizi katil Sırplar’a benzetmek istemem Allah yazdıysa bozsun. Burada özür dileyen bu Sırplı kadınları, kocalarının işlediği cinayetlerden özür dilemek için o mezarlığın içine kadar getiren ve bizlere bir şekilde sarılıp yaralarımızı bölüşmek isteyen o çok cesur insani yüzlerini hatırlatmak istedim.
Bu özür dileyen yüz, güzel bir yüzdür, birlikte şehirler içinde bir daha yan yana yaşayabilmek bir daha birbirimizin yüzüne bakabilmek için bu özür dileyen yüz, bir küçük ama çok güzel başlangıçtır..
Yani ikinci olarak, yapacağımız şey, Silivri’ye gidip Hasdal Cezaevi’ne gidip, bir ÖZÜR DİLERİZ pankartı açmaktır..
Ben sizlere bu sütundan başından beri söyledim, bir gün çok mahcup olacaksınız, hatta öyle derin hayal kırıklıkları yaşayacaksınız ki uyuşturucu intihar nihilizm dahi kol gezmeye başlayacak aranızda, diye, ama siz, İslamcı cemaatçi ve liberal ağbilerinizi dinledin, sorgulamadınız..
Bu özür bizlere iki şey kazandırır, bir, biz, sizi içeri hukuksuzca katledip atanlardan değiliz, demiş oluruz, iki, özür dileyerek güzel insanlar, yeniden birlikte beraber yaşayacağımız, birbirimizin yüzüne bakabileceğimiz pırıl pırıl insanlar, oluruz, demektir..
BAŞKA NE YAPABİLİRİZ?
‘Otorite’ kitabının yazarı Sennett’i okurken çok şey öğrendim, bir yerinde Freud’den şöyle bir alıntı yapıyor: ÖZGÜRLÜK İSTİYORSANIZ ZEVKİN SESİSİNİ BİRAZ KISIN..
Şuraya getiriyor lafı, ‘özgürlükleri pahasına zevk peşinde koşanlar’, kim bunlar, bir lider, bir otoritenin sıcacık kucağına sığınanlar.. Lidere özgürlüğünüzü teslim ediyorsunuz, o da size, zevk peşinde koşacak imkanlar sağlıyor..
Yani, kıt kanaatkar olmayı, yoksulluğu, ancak kendimizi idare edebilmeyi, bir lokma bir hırka yaşamayı becerebilirsek, bir lider ve şeyhin köleliliğini müridliğini rededecek gücümüz olur.. Bunları daha da konuşuruz.
Başka ne yapabiliriz, şunları da asla unutmayalım.. Otuz yıldır bir kara propaganda yapılıyor İslamcı ve liberal ağbileriniz tarafından, bu zehirli kükürtlü sülfürik asitli kelimeler beyninizin bir tarafında sıkıştı kaldı.. Hrant’ın o meşhur zehir lafını çok kimse anlayıp çözemedi, sanırım şunu anlatmak istiyordu.. Propagandalar sert acımasız hakaretler bir yerlerimizde kalmış.. Bizler kendimizi istediğimiz kadar sağlıklı aklı başında insanlar olarak görelim, unutmayalım, beynimizin bir yerinde tuhaf saldırganlıklar yuva yapmış, orda zamanını bekliyor..
Şöyle, Hitler’e oy veren milyonlarca insan da Hitler gibi gaddar mıydı, diyorlar, hayır, milyonların nerdeyse yüzde doksandokuzu aklı başında insanlardı, ama, o aklı başında insanların da gelenekten geçmişten propagandadan beyinlerine aldıkları zehirler vardı..
İşte hepimiz kendimizi aklı başında görürüz ama zalimliği çok açık bir lideri desteklemek isteriz, çünkü, o lider, bizim kendimizden de sakladığımız beynimizde saklı o zehri düşmana başkalarına salacak yegane insandır.. Bizim yapamadığımızı yapan, içimizdeki kini nefreti, biz ellerimizi sıcak sudan soğuya sokma zahmetine koymadan bizim adımıza yapandır..
Lider zaten kendine bağımlılığı yıllar yıllar öncesinden o zehri bir şekilde beynimizin bir odasına koyarak kendi efendiliğini bize kabul ettirmiştir.. Bizi ‘efendiye’ körü körüne kul köle eden o zehrin orada duruyor oluşudur.. İşte önce bunu fark edip o zehrin kendisiyle hesaplaşalım, hangi cümlelerle bizi Cumhuriyet, Bayrak düşmanı yaptılar, hangi cümleler bizim siyasi muarızlarımızı bize DÜŞMAN gibi gösterdiler, gibi.. Bizi başkasına bizi ülkemize düşman yapan bu zehrin tarihine girelim.. Bazılarına FBI’yı dahi hoş gördüren, bize düşman hukuksuzca içeri tıkıldıkça ‘oh olsun’ dedirten o zehirdir..
Başka ne yapabiliriz?
Kardeşlerim, cemaatin ya da ideolojik bir partinin içindesiniz, ama o partiye bizden daha yakın değilsiniz, bir şeyi öcü hortlak görmek istemiyorsunuz, o şey’e yakınlaşın.. Biz sizden daha çok cemaat ve ideolojik yapılar’a yakınlaştık, anlamak ve denetlemek için.. Ama siz, orada olduğunuz halde bizim kadar anlamak bizim kadar denetlemek istemediniz.. Bu yüzden bugün bu karanlık şey’den siz bizden daha çok korkuyorsunuz.. Siz de elimizden tutun, ve, o şey’e siz de yakınlaşın, denetleyerek eleştirerek yakınlaşırsanız, o sizin ve ülkemiz için büyük bir korku olmaktan çıkar..
Kardeşlerim, iki gün önce, bir güya liberal ablanız, yazısında, ‘kusura bakmasın ama bu cemaati devlete Tayyip Bey soktuysa o çıkarsın’ diyor.. Bu cümlenin psikolojisi söylediğinden çok fazladır.. Lidere tam bağlanmış ve lidere bugüne kadar hiç itiraz etmemiş bir yandaş sonunda liderinin bir açığını bulup ‘kusura bakmasın, o çıkartsın’ diyor..
Bu cümleyi artık liderden kurtulmanın sırası, deyip söylediği geçmiş ortaklıklarının hesabını vermekten kaçındığı da açıktır, yani sizin partiyle birlikte yemiş ama iş sıkışınca günahı da suçu da size yıkıp kaçıyor..
Ve bu cümleyi kuran insana, daha önce, siz neredeydiniz, niçin o lidere hatalarını yanlışlarını söylemediniz, diyebilmeliyiz..
Ağır yara almış liberali yandaşı bu ve benzer cümleler kurarak postu kurtarabilir, ve çok geçmeden alkışlayacağı başka bir ‘otorite’ bulur kendine..
Kardeşlerim, çok ağır yaralarımız var.. Unutmayın ne siz tek başınıza ne bizler tek başımıza bir şey değiliz, hepimiz yalnızlığı ve yoksulluğu göze alarak, vicdanımızla daha ince ağızlı neşterlerle gerçek bir ameliyata üstelik tek başımıza girişmek zorundayız..
Kitap kuyruklarında gidip alkışladığınız ağbilerinize bakın, size yazıları tenbih edilen ablalarınızın yedikleri paralara bakın…
Kardeşlerim, bu sahtekarlara tam da zamanıdır ölümüne bağlılıktan kurtulabiliriz..
Sizinle daha çok konuşacağız, sizler Anadolu’nun pırıl pırıl tertemiz çocuklarısınız. Bu yolsuzluklar ortaya çıktığında ancak, ağbi ve ablalarınız rezil oldu. Oysa onlar bu rezillikleri daha öncesinden dibine kadar biliyor ve sizlerden saklıyorlardı.. İnsanlar hukuksuzca içeri atıldığında kahkahalar atıyorlardı, öbür yandan, Sağlık Bakanlığı menzilin elinde, hakimler cemaatin, diye mutluluktan geceler boyu uyuyamıyorlardı, yani bütün bu pislikler birgünde olmadı…
Bu sahtekarların yakasına yapışarak işe başlayın, dün bunları söylüyordunuz, bugün ne oldu, deyin, deyin ki, biz de sizlere inanalım, bu topraklar köle yalan kir irin kabul etmiyor, etmeyecek, diyelim..
Kardeşlerim, bu amansız işgal ve saldırılar bizi çok yordu.. Şimdi siz ‘özür dileyin’ siz ‘kıt kanaat yaşayın’ siz ‘hesaplaşın’ siz ‘yürüyün’.. Bu amansız kavga siz de gördünüz istemesek de bizi bir grubun adamı gibi yaptı, istemesek de, en ağır galiz küfürleri saydırıp bizi de kirletti, istemesek de bu sert lafların bir çoğu sizin de üstünüze başınıza sıçradı, ben de, kendi adıma bu sütundan en küçük bir lafım dokunmuş üzmüşse sizi, hepsi için yer gök şahit olsun hepinizden tek tek tane tane ÖZÜR DİLİYORUM…
Sıfırdan başlamak sil baştan sizin elinizde, bakın mesela, şu HES eylemleri, sadece anayasanız değil derelerinize kadar İŞGAL ALTINDA..
ÇOK GEÇ KALMADAN…
Sizi bizi hepimizi ülkemizi kirleten bu çok kirli İDEOLOJİK GÖMLEK’İ çıkartın, hepimiz eleştiren sorgulayan hesap soran bir başka ülkenin çocukları olalım.. Bölüşmeyi, sarılmayı, eşitlik’i daha nicesini daha çok konuşuruz..
Benim tertemiz müslüman kardeşlerim, yoruldum diyorum, şu yazdığım yazıyı bir daha okuyup düzeltecek gücüm dermanım kalmadı diyorum, elimden şu kalemi sizler alın, sizler yazın…
Görmüyor musunuz, on yıl önce sizleri alkışlayan sizleri gazlayan liberal ağbileriniz, bugün çoktan, hiçbir şey olmamış gibi şimdi Cemaat’i Sarıgül’ü CHP’yi gazlıyor…
Geç kalırsanız, bir on yılımız da aynı kirli aynı cemaatli FBI’lı bir kör savaşın içinde hepimiz eriyip gideceğiz..
Kardeşlerim, bir de asıl şu konuya çalışacağız: Bir örnekle başlayayım, 28 Şubat sürecinde askere karşı çok sert yazılar yazdım ağır cezalar aldım, Kanal 7’den Ahmet Hakan, ekrana çıkartacak adam bulamıyoruz, bir programımıza katıl davetinde bulundu. Ahmet Hakan’a, benim kelime dünyamda inşallah maşallah Allah bolca vardır ve sizin kitle beni sizin cemaatten sanabilir, bu yüzden öyle bir kanal ve o tür bir yerde asla konuşmam ve yazmam, dedim, Fransız 5 kanalında yazarlığıma dair bir belgesel teklif edildi ancak içinde Ermeni geçen hikayelerimi de dahil ettiler, aynı şekilde redettim, burada bana teklif edilen bir düzine TV programı ve teklifini de aynı gerekçelerle redettim, çünkü orada olmak onların yanında olmak sizin bağımsız duruşunuzu da bozan bir şeydir, bu tavrımı ölünceye kadar da sürdürmekte kararlıyım. Çünkü hayatım boyunca ideolojik bir yapıya, ideolojik bir yapıdan hayra alamet tek cümle edilebileceğine hiç inanmadım. Yazı yazdığım günden beri altta kalanlar hakkı yenenler yoksul avukatsız geniş kitleler tarafında eleştirel bir tutum takındım. Hiçbir yerden hiçbir yere çıkıp gitmedim. Eleştirel olmayan hiçbir yerde de bir saniye durmadım.. Hiç kimsenin hiçbir partinin davanın adamı olmadım.. Ülke, insanlık, eşitlik kardeşlik gibi insanlığın en temel değerlerini savunmaya çalıştım.. Bu zor hikayeye katlanabilmeye hepiniz hazır olmalısınız diye hatırlatıyorum, para’dan maaş’dan adamı’ndan uzak bir yazar olabilmek kolay değildir. Bağımsız yazarlar için gidilecek ve gelinecek yer’ler yok’tur, biz hep ayrı yer’deyiz.. Bağımsız ve eyvallahsız konuşabilmeyi zaman içinde çok güçlüklerle kendiniz inşa edeceksiniz.. İçinizden geldiği gibi konuşmak için, fikrine inandığınız için değil hak ettiği için hiç sevmediğiniz insanları savunmaktan korkmayacağız yurt’suz yerler inşa etmek zordur, bir yazar için en büyük servet, yurtsuz yersiz gidilecek ve gelinecek çıkılacak ve girilecek bir yer olmadan özgürce konuşabilmeyi başarabilmektir.. Bağımsızlığınızı ülkenizi ve onurunuzu koruyabilmek için önce işe bu yersiz yurtsuz konuşabilmenin uzun cefalı yollarını yavaş yavaş sabırla inşa etmekten geçer, ülkemizin bu feci işgale maruz kalmasının sebebi, bu bağımsız yurtsuz yersiz eleştirel kurumların hiç ama hiç olmadığı acı gerçeğidir, bu yüzden hala yazabildiğim ve konuşabildiğim yerleri ‘kutsal’ kabul ederim, daha çok konuşacağız..
Sizleri hepinizi çok seviyorum, dünya ve bedenlerimiz ne kadar kirletilmiş olursa olsun, mavi tuz gibi parlayan gecenin ayaz’ı güzeldir, SABAH güzeldir, hiçbir gölgenin kimseyi ayırmadığı öğleler güzeldir, ne olur, bu güzellikler gözlerimizden ve ülkemizden kuş gibi uçup gitmesin, son sözüm Aytmatov’dan: KIR ZİNCİRLERİNİ GÜLSARI,
Saygıyla,
Nihat Genç
http://www.odatv.com/n.php?n=islamci-ideolojik-kultur-yikilirken--301213120
Biz, yolsuzlukları bitirin…
Hırsızlıkları, rüşveti bitirin..
Soyguncuları, vurguncuları, rüşvetçileri içeriye kapatın, dedik.
Siz,
Gazetecilere Emniyet Müdürlüğü binasına girişi kapattınız.
+++
İki de bir hangi konu geçerse geçsin, ortaya fırlayıp bağırıyorsunuz:
-Yedirmeyiz… Yedirmeyiz…
Neden söz ediyorsunuz anlamak mümkün değil ama asıl o sloganı atacak olan halk olmalı, hem de avazı çıkıncaya kadar bağırmalı:
-Doymadınız mı daha? Yedirmeyiz dediniz, hapur hupur yediniz. Hala daha bağırıyorsunuz, yedirmeyiz, yedirmeyiz diye…
+++
Biz gazeteciyiz…
Ne iftiradan yana oluruz, ne bedduadan yana.
Gerçekleri yazmaya, doğruları haykırmaya gayret ediyoruz.
Şimdi sormak ve üzerinde durmak gerekir:
- Kilolarca Euro, dolar, evlerine, inine girmek istediğiniz insanlar tarafından mı taşınmıştır ki, “İninize gireceğiz… İninize gireceğiz” diye bağırıyorsunuz.
Yine soralım:
- Paralel devlet istemiyorsunuz, haklısınız. Ancak 12 yıldır beraber yürüdük biz bu yollarda şarkısını avaz avaz söylerken mutlu değil miydiniz?
Bu konuyu şu cümle ile noktalayalım:
- Polis teşkilatı yolsuzluğu ortaya çıkarınca, hırsızları yakalayınca mı paralel devlet ortaya pırt diye çıkıverdi? Öncesinde hiç uyanmadınız mı? Yoksa paralel paralel yaşayıp birbirinizi idare edip gidiyor muydunuz?
Belki kızacaksınız ama şu soruyu da sormadan edemiyorum:
- Bu paralel dedikleriniz olmasaydı. İçişleri Bakanı’nın mahdumunun evine hangi polis girip kasa sayımı yapabilirdi? Para demiyorum yanlış anlamayın çok sayıda var olan kasalardan söz ediyorum.
KAPATTIKÇA ERİYORSUNUZ
Sayın Başbakan son sözüm size…
Diyeceksiniz ki, sen de kimsin bana söz söyleyecek? Hiç önemli değil ben Türkiye Cumhuriyeti’nin bir yurttaşıyım ve öyle kalacağım. Sözümü söyleyeyim, ister dinleyin ister bildiğinizi okumayı sürdürün:
-Size yakışan; yolsuzluk, hırsızlık yapanın kulağından tutup kabinenin önüne koymaktır.
- Size yakışan gazetecilerle uğraşmak değil, gazetecilerin desteğini de isteyerek Türkiye’yi hırsızlıklardan, yolsuzluklardan, rüşvet çetelerinden arındırmaya yönelik çalışma yürütmektir.
- Bu ülkeyi öfkeyle yönetmek, intikamla çığırından çıkartmak yerine aklıselim davranarak rayına oturtmak sizin tarihi sorumluluğunuzdadır.
- Gazetecilerle uğraşmaktan vazgeçin, yolsuzlukları bitirmekle uğraşın…
- Bende söylemesi, özgürlükleri kıstıkça, olayları kapatmaya çalıştıkça eriyorsunuz.
Atilla Sertel
http://www.odatv.com/n.php?n=sayin-basbakan-son-sozum-size-2512131200
Hırsızlıkları, rüşveti bitirin..
Soyguncuları, vurguncuları, rüşvetçileri içeriye kapatın, dedik.
Siz,
Gazetecilere Emniyet Müdürlüğü binasına girişi kapattınız.
+++
İki de bir hangi konu geçerse geçsin, ortaya fırlayıp bağırıyorsunuz:
-Yedirmeyiz… Yedirmeyiz…
Neden söz ediyorsunuz anlamak mümkün değil ama asıl o sloganı atacak olan halk olmalı, hem de avazı çıkıncaya kadar bağırmalı:
-Doymadınız mı daha? Yedirmeyiz dediniz, hapur hupur yediniz. Hala daha bağırıyorsunuz, yedirmeyiz, yedirmeyiz diye…
+++
Biz gazeteciyiz…
Ne iftiradan yana oluruz, ne bedduadan yana.
Gerçekleri yazmaya, doğruları haykırmaya gayret ediyoruz.
Şimdi sormak ve üzerinde durmak gerekir:
- Kilolarca Euro, dolar, evlerine, inine girmek istediğiniz insanlar tarafından mı taşınmıştır ki, “İninize gireceğiz… İninize gireceğiz” diye bağırıyorsunuz.
Yine soralım:
- Paralel devlet istemiyorsunuz, haklısınız. Ancak 12 yıldır beraber yürüdük biz bu yollarda şarkısını avaz avaz söylerken mutlu değil miydiniz?
Bu konuyu şu cümle ile noktalayalım:
- Polis teşkilatı yolsuzluğu ortaya çıkarınca, hırsızları yakalayınca mı paralel devlet ortaya pırt diye çıkıverdi? Öncesinde hiç uyanmadınız mı? Yoksa paralel paralel yaşayıp birbirinizi idare edip gidiyor muydunuz?
Belki kızacaksınız ama şu soruyu da sormadan edemiyorum:
- Bu paralel dedikleriniz olmasaydı. İçişleri Bakanı’nın mahdumunun evine hangi polis girip kasa sayımı yapabilirdi? Para demiyorum yanlış anlamayın çok sayıda var olan kasalardan söz ediyorum.
KAPATTIKÇA ERİYORSUNUZ
Sayın Başbakan son sözüm size…
Diyeceksiniz ki, sen de kimsin bana söz söyleyecek? Hiç önemli değil ben Türkiye Cumhuriyeti’nin bir yurttaşıyım ve öyle kalacağım. Sözümü söyleyeyim, ister dinleyin ister bildiğinizi okumayı sürdürün:
-Size yakışan; yolsuzluk, hırsızlık yapanın kulağından tutup kabinenin önüne koymaktır.
- Size yakışan gazetecilerle uğraşmak değil, gazetecilerin desteğini de isteyerek Türkiye’yi hırsızlıklardan, yolsuzluklardan, rüşvet çetelerinden arındırmaya yönelik çalışma yürütmektir.
- Bu ülkeyi öfkeyle yönetmek, intikamla çığırından çıkartmak yerine aklıselim davranarak rayına oturtmak sizin tarihi sorumluluğunuzdadır.
- Gazetecilerle uğraşmaktan vazgeçin, yolsuzlukları bitirmekle uğraşın…
- Bende söylemesi, özgürlükleri kıstıkça, olayları kapatmaya çalıştıkça eriyorsunuz.
Atilla Sertel
http://www.odatv.com/n.php?n=sayin-basbakan-son-sozum-size-2512131200
17 Aralık’ta operasyon başladı. O gece Başbakan
Erdoğan, operasyonu yapan beş emniyet amirini görevden aldı. Arkası
geldi; İstanbul, Ankara, Bursa, Trabzon,
Kocaeli gibi birçok şehirde ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nde cemaatçi olduğuna
inanılan polislerin tasfiyesi başladı. Halen devam ediyor. Benzer olayı bir gecede kim, nasıl yaptı? O kavganın nedenlerinden biri de Cumhurbaşkanlığı seçimiydi…
Kocaeli gibi birçok şehirde ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nde cemaatçi olduğuna
inanılan polislerin tasfiyesi başladı. Halen devam ediyor. Benzer olayı bir gecede kim, nasıl yaptı? O kavganın nedenlerinden biri de Cumhurbaşkanlığı seçimiydi…
Adı; Paul von Hindenburg. Alman muhafazakar partilerin adayı
olarak 1925’te Cumhurbaşkanı seçildi.
“Bohemyalı Onbaşı” diye küçümsemesine rağmen 30 Ocak 1933’te Adolf Hitler‘i şansölye/başbakan tayin etti.
1933’ün sonbaharında 86 yaşındaydı ve iyileşmesi mümkün görünmüyordu; akciğer kanseriydi.
Alman muhafazakarları, Alman birliğinin kurulmasına öncülük eden Hohenzollern hanedanından son imparator II. Wilhelm’in oğlu Prens Wilhelm‘i cumhurbaşkanı yapmak istiyordu. Bunun sebebi; II. Wilhelm’in annesi Prenses Augusta Victoria, İngiltere Kraliçe’si Alexanderia Victoria’nın kızıydı. Bu seçimle Almanlar, İngilizlerle I. Dünya Savaşı’nda bozulan ilişkilerini düzeltmek istiyordu.
Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmak isteyen biri daha vardı; Hitler!..
“Hizmet hareketi”
Adı; Ernst Röhm…
1887 Münih doğumluydu. I. Dünya Savaşı’nda savaştı.
Yüzbaşı’ydı. Savaştan sonra Hitler’in bulunduğu Alman İşçi Partisi‘ne katıldı.
Partide kendine yakın bulduğu ilk isim; eski bir asker ve devlet muhbiri olarak çalışan Hitler‘di. İttifak yaptılar.
“Yenilikçiydiler…”
Önce partinin adının değişmesi için mücadele ettiler; “Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi” yaptılar. Irkçıydılar ve aslında sosyalizm düşmanı/anti-Marksisttiler ama o dönemin Almanya’sında “sosyalizm” modaydı ve geniş kitlelerle ulaşmak için bu adı seçtiler. Ardından, etkileyici hitabet yeteneğiyle 29 Temmuz 1921’de Hitler parti başkanı seçildi. “Nasyonal Sosyalizm” (NAZİ) parti ideolojisi haline getirildi.
Partiyi ele geçirmelerinde en büyük yardımı “hizmet hareketi” olan “Sturmabteilung” kısaca “SA” denen “sivil” paramiliter güçten aldılar.
Bunlar aslında, I. Dünya Savaşı’nda küçük-özel sızma/saldırı timleri olarak kullanılmıştı. Savaştan sonra işsiz kalmışlardı. Dağınık haldeydiler. Şimdi yeni kurulan faşist hareketin emrindeydiler.
Kahverengi gömlekli faşist SA’ların başına Ernst Röhm getirildi.
Hedeflerinde solcular, Yahudiler olan SA’lar gençleri kazanmak için “Jimnastik ve Spor Bölümü” gibi kulüpler açtılar. Devletin sinir merkezlerine sızmaya başladılar.
Bu arada; laiklik taraftarı Alman Halk Partisi (DVP) başbakanlığındaki koalisyon hükümet döneminde, devlet tarafından sıkı takip altına alındılar. 8 Kasım 1923’te Fransızlar’ın Ruhr’u işgalini bahane ederek, Münih’te “milli ihtilali” başlatan /yani darbeye kalkışan Hitler ve Röhm tutuklandı.
Parti kapatıldı.
Gömleğini çıkardı
Hitler, anayasayı kuvvet zoruyla değiştirmek suçundan müebbet ceza alması gerekirken, “vatana ihanetten” 5 yıl aldı. Sadece 9 ay hapis yattı.
“Hapis mağduriyetini” iyi kullandı; tartışılmaz “liderliği” tescilledi.
Bu güçle kolları sıvadı; partiyi yeniden kurdu.
Ancak eski partisinin yarı askeri görüşüyle ve görünümüyle iktidar olamayacağını anlamıştı. Hükümet olmak için geniş kitleleri kazanması gerekiyordu.
Kendine ve partisine yeni “imaj” lazımdı. İlk, SA’ların simgesi kahverengi gömleğini çıkardı!
Muhafazakar olmasına rağmen partiye kadınları üye kabul etti. Örgütlenmeye önem verdi.
Bu arada partiyle artık organik ilişkisi bulunmayan Röhm ile ilişkisini perde arkasından yürüttü.
Ve 1929 dünya ekonomik krizi Hitler’e ve dolasıyla Röhm’e yaradı.
31 Temmuz 1932’deki seçimlerde yüzde 37.4 oy alarak, birinci parti oldu. 1919’dan beri Almanya’da siyasal istikrar sağlanamıyordu. Milliyetçi-muhafazakar partiler Hitler’e destek verdi; NAZİ’ler iktidara geldi.
Muhalifler kampta…
Hitler ve Röhm ittifakı Almanya’da birçok polisiye operasyona imza attı. Reichstag/Alman Meclisi yangını komplosuyla muhalifleri, aydınları toplama kamplarına gönderdiler.
Konuyu çok dağıtmamak için basından örnek vereyim:
Almanya’nın en büyük gazetelerine sahip Ullstein Ailesi’ne baskı yaptılar. Aile hisselerini Hitler’in başçavuşu Max Amann’e satmak zorunda kaldı. Gazeteciler Carl von Ossietzky ve Walter Kreiser’i; sıradan haberleri bahane ederek, “gizli askeri bilgileri ifşa ederek vatan hainliği yaptıkları” suçlamasıyla cezaevine attılar. Lothar Erdmann, Else Ury, Heilig Bruno, Fritz Heymann, Jakob Cahnmann gibi gazeteciler de benzer suçlarla aynı akıbete uğradılar. Kurt Tucholsky gibi gazeteciler baskıya dayanamayıp intihar etti.
Georg Bernhard gibi genel yayın yönetmenleri yurt dışına kaçmak zorunda kaldı.
Kuşkusuz boşluğu “yandaş gazeteler ve gazeteciler” ile doldurdu.
“Bohemyalı Onbaşı” diye küçümsemesine rağmen 30 Ocak 1933’te Adolf Hitler‘i şansölye/başbakan tayin etti.
1933’ün sonbaharında 86 yaşındaydı ve iyileşmesi mümkün görünmüyordu; akciğer kanseriydi.
Alman muhafazakarları, Alman birliğinin kurulmasına öncülük eden Hohenzollern hanedanından son imparator II. Wilhelm’in oğlu Prens Wilhelm‘i cumhurbaşkanı yapmak istiyordu. Bunun sebebi; II. Wilhelm’in annesi Prenses Augusta Victoria, İngiltere Kraliçe’si Alexanderia Victoria’nın kızıydı. Bu seçimle Almanlar, İngilizlerle I. Dünya Savaşı’nda bozulan ilişkilerini düzeltmek istiyordu.
Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmak isteyen biri daha vardı; Hitler!..
“Hizmet hareketi”
Adı; Ernst Röhm…
1887 Münih doğumluydu. I. Dünya Savaşı’nda savaştı.
Yüzbaşı’ydı. Savaştan sonra Hitler’in bulunduğu Alman İşçi Partisi‘ne katıldı.
Partide kendine yakın bulduğu ilk isim; eski bir asker ve devlet muhbiri olarak çalışan Hitler‘di. İttifak yaptılar.
“Yenilikçiydiler…”
Önce partinin adının değişmesi için mücadele ettiler; “Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi” yaptılar. Irkçıydılar ve aslında sosyalizm düşmanı/anti-Marksisttiler ama o dönemin Almanya’sında “sosyalizm” modaydı ve geniş kitlelerle ulaşmak için bu adı seçtiler. Ardından, etkileyici hitabet yeteneğiyle 29 Temmuz 1921’de Hitler parti başkanı seçildi. “Nasyonal Sosyalizm” (NAZİ) parti ideolojisi haline getirildi.
Partiyi ele geçirmelerinde en büyük yardımı “hizmet hareketi” olan “Sturmabteilung” kısaca “SA” denen “sivil” paramiliter güçten aldılar.
Bunlar aslında, I. Dünya Savaşı’nda küçük-özel sızma/saldırı timleri olarak kullanılmıştı. Savaştan sonra işsiz kalmışlardı. Dağınık haldeydiler. Şimdi yeni kurulan faşist hareketin emrindeydiler.
Kahverengi gömlekli faşist SA’ların başına Ernst Röhm getirildi.
Hedeflerinde solcular, Yahudiler olan SA’lar gençleri kazanmak için “Jimnastik ve Spor Bölümü” gibi kulüpler açtılar. Devletin sinir merkezlerine sızmaya başladılar.
Bu arada; laiklik taraftarı Alman Halk Partisi (DVP) başbakanlığındaki koalisyon hükümet döneminde, devlet tarafından sıkı takip altına alındılar. 8 Kasım 1923’te Fransızlar’ın Ruhr’u işgalini bahane ederek, Münih’te “milli ihtilali” başlatan /yani darbeye kalkışan Hitler ve Röhm tutuklandı.
Parti kapatıldı.
Gömleğini çıkardı
Hitler, anayasayı kuvvet zoruyla değiştirmek suçundan müebbet ceza alması gerekirken, “vatana ihanetten” 5 yıl aldı. Sadece 9 ay hapis yattı.
“Hapis mağduriyetini” iyi kullandı; tartışılmaz “liderliği” tescilledi.
Bu güçle kolları sıvadı; partiyi yeniden kurdu.
Ancak eski partisinin yarı askeri görüşüyle ve görünümüyle iktidar olamayacağını anlamıştı. Hükümet olmak için geniş kitleleri kazanması gerekiyordu.
Kendine ve partisine yeni “imaj” lazımdı. İlk, SA’ların simgesi kahverengi gömleğini çıkardı!
Muhafazakar olmasına rağmen partiye kadınları üye kabul etti. Örgütlenmeye önem verdi.
Bu arada partiyle artık organik ilişkisi bulunmayan Röhm ile ilişkisini perde arkasından yürüttü.
Ve 1929 dünya ekonomik krizi Hitler’e ve dolasıyla Röhm’e yaradı.
31 Temmuz 1932’deki seçimlerde yüzde 37.4 oy alarak, birinci parti oldu. 1919’dan beri Almanya’da siyasal istikrar sağlanamıyordu. Milliyetçi-muhafazakar partiler Hitler’e destek verdi; NAZİ’ler iktidara geldi.
Muhalifler kampta…
Hitler ve Röhm ittifakı Almanya’da birçok polisiye operasyona imza attı. Reichstag/Alman Meclisi yangını komplosuyla muhalifleri, aydınları toplama kamplarına gönderdiler.
Konuyu çok dağıtmamak için basından örnek vereyim:
Almanya’nın en büyük gazetelerine sahip Ullstein Ailesi’ne baskı yaptılar. Aile hisselerini Hitler’in başçavuşu Max Amann’e satmak zorunda kaldı. Gazeteciler Carl von Ossietzky ve Walter Kreiser’i; sıradan haberleri bahane ederek, “gizli askeri bilgileri ifşa ederek vatan hainliği yaptıkları” suçlamasıyla cezaevine attılar. Lothar Erdmann, Else Ury, Heilig Bruno, Fritz Heymann, Jakob Cahnmann gibi gazeteciler de benzer suçlarla aynı akıbete uğradılar. Kurt Tucholsky gibi gazeteciler baskıya dayanamayıp intihar etti.
Georg Bernhard gibi genel yayın yönetmenleri yurt dışına kaçmak zorunda kaldı.
Kuşkusuz boşluğu “yandaş gazeteler ve gazeteciler” ile doldurdu.
“Paralel Devlet” istenmedi
NAZİ’ler içinde Hitler’e “sen” (du) diye hitap eden tek kişi
Röhm‘di.
Fakat iktidar ateş topuydu. Yollar ayrılacaktı. Bunu ateşleyen ise cumhurbaşkanlığı seçimi oldu.
Hitler, o koltuğu istiyordu ve bunun için Ordu’ya ihtiyacı vardı.
Fırsatı yarattı; tarih 16 Mayıs 1934 idi.
Doğu Prusya’daki askeri tatbikat sırasında Deutschland gemisinde, Savunma Bakanı Werner von Blomberg, Genelkurmay Başkanı Werner von Fritsch ve Donanma Komutanı Amiral Erich Raeder’e fikrini açtı.
Soylu generaller, milis sayısı 4.5 milyona ulaşan SA’ları, yaygaracı-ayaktakımı olarak görüyordu. Röhm köylüydü. Büyük Almanya’nın geleceğinde bunlar olamazdı.
SA’lar arasındaki eşcinsel hayat Prusya ekolünden gelen muhafazakar komutanları çok rahatsız ediyordu.
Hitler’den, SA’ların tasfiyesini istediler. “Paralel Ordu”yu kabul edemeyeceklerini belirttiler. Aksi durumda Hitler’e destek veremeyeceklerdi.
Fakat iktidar ateş topuydu. Yollar ayrılacaktı. Bunu ateşleyen ise cumhurbaşkanlığı seçimi oldu.
Hitler, o koltuğu istiyordu ve bunun için Ordu’ya ihtiyacı vardı.
Fırsatı yarattı; tarih 16 Mayıs 1934 idi.
Doğu Prusya’daki askeri tatbikat sırasında Deutschland gemisinde, Savunma Bakanı Werner von Blomberg, Genelkurmay Başkanı Werner von Fritsch ve Donanma Komutanı Amiral Erich Raeder’e fikrini açtı.
Soylu generaller, milis sayısı 4.5 milyona ulaşan SA’ları, yaygaracı-ayaktakımı olarak görüyordu. Röhm köylüydü. Büyük Almanya’nın geleceğinde bunlar olamazdı.
SA’lar arasındaki eşcinsel hayat Prusya ekolünden gelen muhafazakar komutanları çok rahatsız ediyordu.
Hitler’den, SA’ların tasfiyesini istediler. “Paralel Ordu”yu kabul edemeyeceklerini belirttiler. Aksi durumda Hitler’e destek veremeyeceklerdi.
Sadece ordu değil…
Hitler’in iktidar olmasına “yeşil ışık” yakan Gustov von Bohlen, Robert Bosch, Albert Voegler, Georg von Schnitzler gibi büyük işadamları, gelişigüzel tutuklamalara, Yahudiler’in ölümlerine ve dizginlenemeyen SA terörüne son verilmesini istiyordu.
Ordu ve işadamları; polis ve asker üzerinde ayrıca kamu yönetiminde geniş yetkilere sahip paralel bir “SA devleti” istemiyordu.
Hitler kabul etti; kendini iktidara getiren “hizmet hareketi” SA ve “onursal başkan” Röhm’ü feda edecekti.
Hitler’in iktidar olmasına “yeşil ışık” yakan Gustov von Bohlen, Robert Bosch, Albert Voegler, Georg von Schnitzler gibi büyük işadamları, gelişigüzel tutuklamalara, Yahudiler’in ölümlerine ve dizginlenemeyen SA terörüne son verilmesini istiyordu.
Ordu ve işadamları; polis ve asker üzerinde ayrıca kamu yönetiminde geniş yetkilere sahip paralel bir “SA devleti” istemiyordu.
Hitler kabul etti; kendini iktidara getiren “hizmet hareketi” SA ve “onursal başkan” Röhm’ü feda edecekti.
Villasından laf sokuşturdu
Ernst Röhm kendine çok güveniyor; iktidarın belkemiği olduğuna inanıyor ve gücün bir gün önlerine serileceğine inanıyordu.
Sportpalast gibi stadyumlarda topladığı SA “müritlerine” verdiği söylevlerinde, “SA’lara artık lüzum kalmadığı sözü kulağımıza geliyor bunu kabul edemeyiz” diye meydan okumaya devam etti.
Görünüşte Hitler ile sadakatleri karşılıklıydı. Hitler “SA sorunu”nu yumuşaklıkla halletmek istedi. Röhm’ü yatıştırmak için kabinesine alıp bakan bile yaptı. Naziler’in günlük gazetesi Voelkischer Beeobacchter’de Röhm’ü öven yılbaşı mektubunu yayınlattı.
Ne bakanlık ne övgü dolu mektup Röhm’ü yatıştırdı.
Münih Prinzregentenplatz’deki yeni villasındaki sohbetlerde sürekli kinayeli konuştu; laf sokuşturmaya devam etti. Kabine üyelerine “narren” (budalalar) diyordu.
1934’te hükümete muhtıra verdi: SA’lar ulusal savunmayı üstlenmeliydi! Gerilim had safhadaydı.
Komplo teorileri havada uçuşuyordu; bunlardan en önemlisi Röhm’ün Hitler‘e darbe yapacağı iddiasıydı!
İp koptu; Hitler, “Uzun Bıçaklar Gecesi”ne hazırlanıyordu…
Ernst Röhm kendine çok güveniyor; iktidarın belkemiği olduğuna inanıyor ve gücün bir gün önlerine serileceğine inanıyordu.
Sportpalast gibi stadyumlarda topladığı SA “müritlerine” verdiği söylevlerinde, “SA’lara artık lüzum kalmadığı sözü kulağımıza geliyor bunu kabul edemeyiz” diye meydan okumaya devam etti.
Görünüşte Hitler ile sadakatleri karşılıklıydı. Hitler “SA sorunu”nu yumuşaklıkla halletmek istedi. Röhm’ü yatıştırmak için kabinesine alıp bakan bile yaptı. Naziler’in günlük gazetesi Voelkischer Beeobacchter’de Röhm’ü öven yılbaşı mektubunu yayınlattı.
Ne bakanlık ne övgü dolu mektup Röhm’ü yatıştırdı.
Münih Prinzregentenplatz’deki yeni villasındaki sohbetlerde sürekli kinayeli konuştu; laf sokuşturmaya devam etti. Kabine üyelerine “narren” (budalalar) diyordu.
1934’te hükümete muhtıra verdi: SA’lar ulusal savunmayı üstlenmeliydi! Gerilim had safhadaydı.
Komplo teorileri havada uçuşuyordu; bunlardan en önemlisi Röhm’ün Hitler‘e darbe yapacağı iddiasıydı!
İp koptu; Hitler, “Uzun Bıçaklar Gecesi”ne hazırlanıyordu…
“Onursal Başkan” öldürüldü
Kendisine darbe yapılacağına inanan Hitler, “hizmet
hareketi” SA ve “onursal başkanları” Röhm’ü ortadan kaldırmak için kurnaz bir
taktiğe başvurdu:
Önce SA’da ayrışma yarattı.
Gestapo Şefi Hermann Göring akıllı bir hareket yaptı: SA’ların bir kolu olan siyah ceketli polislerden kurulu SS (Schutzstaffel) şefi Heinrich Himmler‘i Prusya Gestapo Şefi yaparak yanına çekti.
Ardından…
Hitler tüm SA’ların temmuz ayı boyunca izinli olmasını emretti. İzinlerinde özel üniformalarını giymeyecek ve silah taşımayacaklardı.
6 Haziran’da Röhm’ün buna yanıtı yine sert oldu:
“Eğer SA’nın düşmanları SA’ların bir daha toplanmayacağını ya da izinden sonra ancak bir kısmını geri alınacağını sanıyorsa, kısa sürecek umutlarıyla oyalansınlar. Onlar gerektiği zaman gereken şekilde cevaplarını alacaklardır. Almanya’nın kaderi SA’nın elindedir ve öyle de kalacaktır.”
Röhm ve SA’lar, Hitler’in kendilerinden vazgeçemeyeceğine inandı. Hitler iyi çevresi kötüydü! Bu iyi niyetle Hitler’in emrine uyarak hayatlarının hatasını yaptılar; tatile çıktılar.
Ordu neler olacağını biliyordu; Genelkurmay Başkanı Werner von Fritsch, 25 Haziran’da orduyu alarma geçirdi; bütün izinler kaldırıldı ve askerlerin kışlalarından çıkması yasaklandı.
Ve 30 Haziran Cumartesi…
Berlin ve Münih’te darbe yapacağı söylenen üst düzey SA’lar tek tek yakalandı.
Bu sırada, Röhm ve üst düzey SA komutanlar Bavyera’daki Tegernsee Gölü kıyısındaki Hanslbauer Oteli’nde uyuyorlardı. Burada olmalarının nedeni; iki gün önce Hitler’in, Röhm’ü arayıp bir konferans için tüm SA liderlerini 30 Haziran’da Bad Wiessee’de toplamasını istemesiydi.
Hitler önce gece Münih’e geldi.
Gözaltında olan SA’larınn üzerine yürüdü, tokatladı. Yaptıkları “ihaneti” affetmeyecekti. SA’lar ne olduğunu bile anlayamadı; darbe sözünü ilk kez duyuyorlardı.
Hitler sonra otomobille Hanslbauer Oteli‘ne gitti. Röhm’ün odasına tek başına girdi; giyinmesini ve kendisiyle gelmesini emretti.
Röhm otomobile bindirilip götürülürken oteldeki tüm SA’lar öldürüldü.
SA komutanı Edmund Heines’in yatağında bir erkek olması ileride SA’ların gözden düşürülmesi için propaganda malzemesi yapılacaktı.
Röhm, Münih’e getirildi ve Stadelheim hapishanesine kapatıldı. Yıllar önce, Hitler ile birlikte “Birahane Darbesi”ne karıştıkları iddiasıyla bu cezaevine atılmışlardı.
Hitler dava arkadaşına lütufta bulundu ve masasına bir tabanca bıraktırdı; kafasına sıkmasını istiyordu. Röhm, “beni Hitler öldürsün” dedi.
Önce SA’da ayrışma yarattı.
Gestapo Şefi Hermann Göring akıllı bir hareket yaptı: SA’ların bir kolu olan siyah ceketli polislerden kurulu SS (Schutzstaffel) şefi Heinrich Himmler‘i Prusya Gestapo Şefi yaparak yanına çekti.
Ardından…
Hitler tüm SA’ların temmuz ayı boyunca izinli olmasını emretti. İzinlerinde özel üniformalarını giymeyecek ve silah taşımayacaklardı.
6 Haziran’da Röhm’ün buna yanıtı yine sert oldu:
“Eğer SA’nın düşmanları SA’ların bir daha toplanmayacağını ya da izinden sonra ancak bir kısmını geri alınacağını sanıyorsa, kısa sürecek umutlarıyla oyalansınlar. Onlar gerektiği zaman gereken şekilde cevaplarını alacaklardır. Almanya’nın kaderi SA’nın elindedir ve öyle de kalacaktır.”
Röhm ve SA’lar, Hitler’in kendilerinden vazgeçemeyeceğine inandı. Hitler iyi çevresi kötüydü! Bu iyi niyetle Hitler’in emrine uyarak hayatlarının hatasını yaptılar; tatile çıktılar.
Ordu neler olacağını biliyordu; Genelkurmay Başkanı Werner von Fritsch, 25 Haziran’da orduyu alarma geçirdi; bütün izinler kaldırıldı ve askerlerin kışlalarından çıkması yasaklandı.
Ve 30 Haziran Cumartesi…
Berlin ve Münih’te darbe yapacağı söylenen üst düzey SA’lar tek tek yakalandı.
Bu sırada, Röhm ve üst düzey SA komutanlar Bavyera’daki Tegernsee Gölü kıyısındaki Hanslbauer Oteli’nde uyuyorlardı. Burada olmalarının nedeni; iki gün önce Hitler’in, Röhm’ü arayıp bir konferans için tüm SA liderlerini 30 Haziran’da Bad Wiessee’de toplamasını istemesiydi.
Hitler önce gece Münih’e geldi.
Gözaltında olan SA’larınn üzerine yürüdü, tokatladı. Yaptıkları “ihaneti” affetmeyecekti. SA’lar ne olduğunu bile anlayamadı; darbe sözünü ilk kez duyuyorlardı.
Hitler sonra otomobille Hanslbauer Oteli‘ne gitti. Röhm’ün odasına tek başına girdi; giyinmesini ve kendisiyle gelmesini emretti.
Röhm otomobile bindirilip götürülürken oteldeki tüm SA’lar öldürüldü.
SA komutanı Edmund Heines’in yatağında bir erkek olması ileride SA’ların gözden düşürülmesi için propaganda malzemesi yapılacaktı.
Röhm, Münih’e getirildi ve Stadelheim hapishanesine kapatıldı. Yıllar önce, Hitler ile birlikte “Birahane Darbesi”ne karıştıkları iddiasıyla bu cezaevine atılmışlardı.
Hitler dava arkadaşına lütufta bulundu ve masasına bir tabanca bıraktırdı; kafasına sıkmasını istiyordu. Röhm, “beni Hitler öldürsün” dedi.
‘Hizmet hareketi’nin sonu
Uzun Bıçaklar Gecesi‘nde oluk oluk kan aktı…
Sadece SA’lar öldürülmedi o gece; Hitler’e zamanında kim muhalefet etti ise; kim Hitler hakkında çok bilgi sahibi ise hepsi öldürüldü.
Örneğin, 1923’te Birahane Darbesi’ni bastıran, Bavyera eski Başbakanı SA karşıtı Gustav von Kahr öldürülenler arasındaydı.
Örneğin, Hitler’e “Kavgam” kitabının yazılmasından yardımcı olan ve Hitler’in özel hayatını bilen Papaz Bernhard Stempfle öldürüldü.
SA’lara yakınlaşan eski Başbakan general Kurt von Schleicher yeni evlendiği karısıyla birlikte evinde katledildi.
Yine SA’lara yakın general Kurt von Bredow yok edildi.
Bizim tarihimiz acısından önemli bir yeri olan; Başbakan Yardımcısı ve cumhurbaşkanlığı adaylığı için adı geçen Franz von Papen kaçarak canını kurtardı. Sekreteri Herbert von Bose ve yakın çalışma arkadaşı Edgar Jung öldürüldü.
Yine Papen’in siyasi çevresinden Katolik lider Erich Klausener de katledildi.
Öldürülenler arasında 13 milletvekili vardı.
Bir süre ev hapsinde tutulduktan sonra önce Viyana ardından Ankara’ya büyükelçi yapılarak Berlin’den uzaklaştırılan Papen’in, yakın arkadaşlarının öldürülmesine rağmen teklifi kabul etmesi Almanya’da kendisini rezil duruma düşürdü.
Yanlışlıkla öldürülenler de oldu; ünlü müzik eleştirmeni Dr. Wili Schmid, SA komutanlarından Wili Schmid ile karıştırıldı.
Uzun Bıçaklar Gecesi’nde kaç kişinin öldürüldüğü hiçbir zaman bilinemedi. Resmi açıklama, 19’u yüksek rütbeli 70 kişinin olduğu yönündeydi! 1957’deki Münih duruşmalarında ölü sayısının binin üzerinde olduğu kayıtlara geçti.
Sonuçta Hitler, Röhm’den kurtuldu. Kahverengi gömlekli SA’lar tasfiye edildi.
13 Temmuz’da Hitler meclise şu bilgiyi verdi:
“Röhm haindi; Fransa istihbaratı adına çalışıyordu ve darbe yapmaya hazırlanıyordu!”
Tarihçiler, Uzun Bıçaklar Gecesi’nin Nazi Almanya’sı için dönüm noktası olduğunu kabul eder. Çünkü:
Cumhurbaşkanı Hindenburg 2 Ağustos’ta öldü.
Üç saat sonra Hitler kabinesi; Başbakanlık makamı ile cumhurbaşkanlığı makamını birleştirdi. Devlet Başkanlığı ve Silahlı Kuvvetler Başkomutanlığı’na Hitler getirildi!
1934’te halk desteğini kaybeden Hitler artık “Führer” idi!
Nazi Almanya’sında bir daha seçim olmadı…
Sadece SA’lar öldürülmedi o gece; Hitler’e zamanında kim muhalefet etti ise; kim Hitler hakkında çok bilgi sahibi ise hepsi öldürüldü.
Örneğin, 1923’te Birahane Darbesi’ni bastıran, Bavyera eski Başbakanı SA karşıtı Gustav von Kahr öldürülenler arasındaydı.
Örneğin, Hitler’e “Kavgam” kitabının yazılmasından yardımcı olan ve Hitler’in özel hayatını bilen Papaz Bernhard Stempfle öldürüldü.
SA’lara yakınlaşan eski Başbakan general Kurt von Schleicher yeni evlendiği karısıyla birlikte evinde katledildi.
Yine SA’lara yakın general Kurt von Bredow yok edildi.
Bizim tarihimiz acısından önemli bir yeri olan; Başbakan Yardımcısı ve cumhurbaşkanlığı adaylığı için adı geçen Franz von Papen kaçarak canını kurtardı. Sekreteri Herbert von Bose ve yakın çalışma arkadaşı Edgar Jung öldürüldü.
Yine Papen’in siyasi çevresinden Katolik lider Erich Klausener de katledildi.
Öldürülenler arasında 13 milletvekili vardı.
Bir süre ev hapsinde tutulduktan sonra önce Viyana ardından Ankara’ya büyükelçi yapılarak Berlin’den uzaklaştırılan Papen’in, yakın arkadaşlarının öldürülmesine rağmen teklifi kabul etmesi Almanya’da kendisini rezil duruma düşürdü.
Yanlışlıkla öldürülenler de oldu; ünlü müzik eleştirmeni Dr. Wili Schmid, SA komutanlarından Wili Schmid ile karıştırıldı.
Uzun Bıçaklar Gecesi’nde kaç kişinin öldürüldüğü hiçbir zaman bilinemedi. Resmi açıklama, 19’u yüksek rütbeli 70 kişinin olduğu yönündeydi! 1957’deki Münih duruşmalarında ölü sayısının binin üzerinde olduğu kayıtlara geçti.
Sonuçta Hitler, Röhm’den kurtuldu. Kahverengi gömlekli SA’lar tasfiye edildi.
13 Temmuz’da Hitler meclise şu bilgiyi verdi:
“Röhm haindi; Fransa istihbaratı adına çalışıyordu ve darbe yapmaya hazırlanıyordu!”
Tarihçiler, Uzun Bıçaklar Gecesi’nin Nazi Almanya’sı için dönüm noktası olduğunu kabul eder. Çünkü:
Cumhurbaşkanı Hindenburg 2 Ağustos’ta öldü.
Üç saat sonra Hitler kabinesi; Başbakanlık makamı ile cumhurbaşkanlığı makamını birleştirdi. Devlet Başkanlığı ve Silahlı Kuvvetler Başkomutanlığı’na Hitler getirildi!
1934’te halk desteğini kaybeden Hitler artık “Führer” idi!
Nazi Almanya’sında bir daha seçim olmadı…
Zaman Gazetesi Yazarı Hüseyin
Gülerce, AKP-Cemaat kavgası hakkında önemli açıklamalar yaptı. Gülerce,
kavganın "Mavi Marmara" olayıla birlikte başladığını söyledi. Gülerce
bu açıklamaları New York Times Gazetesi'ne yaptı.
21 Aralık 2013 Cumartesi 19:15
Zaman Gazetesi yazarından çarpıcı
açıklamalar
New York Times haberine göre
Gülerce, cemaatin AKP ile olan ilişkilerinin kırılma noktası olarak Mavi
Marmara baskını ve Batı ile olan ilişkilerdeki isteksizlik olarak gösterdi.
"Sayın Gülen’in
yaklaşımı gayet açıktı, o Türkiye’nin dış politikasının maceraperest olmaması
gerektiğini, batı eksenli olması gerektiğini ve dış politikadaki sorunların diyalogla
çözülmesi gerektiğini belirtiyor"
Gülerce'ye göre "cemaatin
Erdoğan'ın fazla otoriteleştiğini ve Avrupa Birliği'ne girme amacından
vazgeçtiğini" düşünmesi de kavganın nedenler arasında.
Önce AKP'lilerin tahliye sözü
verdiği BDP'li milletvekillerin tahliye edilmemesi!
Hemen akabinde Hakan Şükür'ün
sürpriz istifası!
Ve peşi sıra dün sabah yapılan
müthiş operasyonlar -ki bu eşi benzeri duyulmamış-görülmemiş bir hadisedir-
birbirinden bağımsız değildir.
Düşünün görevdeki üç bakanın oğlu
yolsuzluk ithamıyla gözaltına alınıyor ki bunlardan biri İçişleri Bakanı
Muammer Güler'in oğlu Barış Güler'dir.
Sadece onlar değil Türkiye'nin en
büyük kamu bankalarından birinin Genel Müdürü ile AKP'li Fatih Belediye Başkanı
ve çok sayıda büyük işadamı bu soruşturma kapsamında emniyettedir.
Peki bu operasyona start veren
savcıların isimleri mi?
Askeri casusluk ve çürük
raporlarının savcısı Celal Kara ile ünlü Ergenekon savcısı Zekeriya Öz!
Sakın ha ön yargı ile bu savcılar
Cemaatçi ve AKP'den dersane olayının intikamını almak için cengaverlik
yapıyorlar gibi bir hükme varmayın zira elde somut ve hatta kesin delil olmadan
bu tür gözaltılar yapılamaz. Dolayısı ile hadise basit bir intikam operasyonunun
çok ama çok ötelerindedir ve tahmin bile edilemeyecek siyasi sonuçları
olacaktır.
Hiç kuşkunuz olmasın AKP tıpkı
Deniz Feneri hırsızlığı soruşturmasında olduğu gibi bu hadiseye ve savcılara
müdahale edecektir lakin bu operasyona karar verenler böyle bir ihtimale karşı
alternatif planları hazırlamıştır.
Gelelim bu operasyonun büyük
resimde okunmasına:
F Tipi cemaat böyle bir meydan
okumayı tek başına yapamaz. Hiç kuşkunuz olmasın bu hadise Abdullah Gül'ün de
dolaylı olarak omuz verdiği küresel deliğe süpürme operasyonudur. Hadise AKP
açısından bir insanın evinden karısının kaçırılması gibidir ve bu tablodan
sonra iktidarın karizması yerle bir olmuştur.
Görünen seçime kadar mecazi
anlamda çok kanın akacağıdır.
AKP ile MHP'nin Mansur kardeşliği
Önce bir hak teslimi:
Kemal Kılıçdaroğlu'nun mahalli
seçimlerdeki aday stratejisi küçük olsun benim olsun'dan ziyade Türkiye
yönetimi benim olsun'a dayanıyor ki bu durum bir siyasetçi için en doğru
stratejidir. Evet CHP'yi rant ve statü aracısı gören siyaset esnaflarının
itiraz ettiği anketle aday belirleme metodu gerçekte CHP'yi kitlelerle
kucaklaştıracak ve dahası MHP ile merkez sağ seçmenin CHP'ye oy vermesine katkı
sunacak.
CHP'deki bu yeni aday belirleme
metoduna sadece rant avcısı ve holigan ruhlu CHP'liler değil AKP ile MHP'de
tepki gösteriyor zira bu metot onları da can evinden vuruyor.
Örnek Mansur Yavaş'ın CHP'den
Ankara adayı olma ihtimalinin ağırlık kazanması.
Hem AKP hem MHP bu gelişme
üzerine öylesine paniklediler ki birden Mansur karşıtlığı noktasında kardeş
oldular.
Dahası, AKP hemen Muharrem
İnce'yi güya Mansur Yavaş'ın önünde gösteren masa başı yani yapay anketleri
servis etmeye başladı. Amacı CHP kamuoyunu kışkırtıp Mansur Yavaş'ın adaylığını
engellemek ama bu çabalar nafile zira Kemal Kılıçdaroğlu Ankara'da üç ayrı
anket yaptırdı ve Yavaş'ın açık ara ile Gökçek'in önünde olduğunu biliyor.
İlaveten karşılıklı mutabakat olmasaydı Mansur Bey CHP'den adayım der miydi?
Dolayısı ile CHP'liler bugünden itibaren susmalı ve AKP ile MHP'ye payanda
olmamalıdır.
Aydın Doğan o şebeleğin (!) evine
niye gitti Ahmet?
Baştan belirteyim
"Şebelek" ifadesini parantez içinde kullanıyorum ve şahsıma değil
Ahmet Hakan'a aittir ki malum o yakıştırma Rasim Ozan Kütahyalı içindir.
Ahmet Hakan, Hürriyet'deki
köşesinde haklı olarak isyan ediyor:
- "Yahu bu "şebelek" beni tutuklanma ile tehdit
ederken Adalet Bakanı ya da bir polis veya savcı niçin dur demedi?"
Hakan daha öteye gitti:
- "Bu şebelek cesaretlendirildi, sırtı sıvazlandı ve ortam
sağlandı!"
Tam bu noktada Ahmet Hakan'a
soralım:
Bunu yapanlar sadece bakan, savcı
ve polis mi?
Türkiye'nin en büyük medya
grubunun sahibi olan patronun Aydın Doğan değil midir o "şebelekle"
defalarca buluşan ve Üsküdar'daki evine bile öğle yemeğine giden?
Söyle Ahmet Hakan, Aydın Doğan
gibi biri bile "şebelek'e" böyle bir itibar atfederken hangi kamu
görevlisi onun üstüne gidebilirdi?
Tükürün bu medyaya!
Üç bakanın oğlu!
AKP Genel Başkan yardımcısının
kuzeni!
AKP'nin Fatih Belediye Başkanı!
Bir kamu bankasının Genel Müdürü!
Çok sayıda bürokrat ile ünlü
işadamına 1 milyar dolarlık devasa bir yolsuzluk için 2 yıllık takip sonrasında
operasyon yapılıyor ve heyhat Türkiye tarihinde ilk defa görülen böylesi müthiş
bir hadise güya haber kanalları olan ve merkezdeyiz cakalarını satan Habertürk
ile NTV'de haber bile olamıyor.
Peki bunun açıklaması mı?
NTV ile Habertürk'ün patronları
iktidara göbekten bağlı yani yüzlerce trilyonluk ihale alıyor olmasından.
Görüyorsunuz bu ülkenin sorunu
sadece Tayyip Erdoğan ile cemaat değil onlara yardakçılık yapan bu gibi
güruhlar da sorumluluk sahibidir .
Son Güncelleme: Çarşamba, 18
Aralık 2013 03:02
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yasa gereği verdiği bütün mal
bildirimlerini tek tek inceledim.
1 Mart 2010'daki
bildirime göre, o sırada bankada 2 milyon 366 bin 109 lira 95 kuruşu varmış...
Bu para, 16 Haziran 2011 tarihli son mal bildirimine göre 3 milyon 390 bin 384
liraya yükselmiş.
Yani 15 ayda 1 milyon liradan fazla artmış!
Ayrıca döviz hesaplarında da 199 bin 867 doları ve 25 bin
İngiliz Sterlini bulunuyormuş...
Bir de 500 bin lira alacağı varmış Başbakan'ın!
Karısının üzerinde de bir iki araba...
Başka da bir şeyi görünmüyor!
Şirket hissesi falan; asla!
***
İyi de o zaman neden soruma yanıt vermiyor?
Emine Hanım'ın "E"sini bile yazdığımızda dünyayı
ayağa kaldırırken, defalardır sorduğumuz halde neden "Yok kardeşim öyle
bir şey" demiyor!
Konuyu hatırlatayım:
CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel, 5 Aralık'ta Meclis'te
yaptığı konuşmada, "Hastane zincirlerinin ortağı olan First Lady
kim?" diye bir soru sordu ama sözünü ettiği "First Lady"nin
adını vermedi.
Ben de Başbakan'a açık açık sordum:
***
"Ülkemizde
yalaka medyanın 'First Lady' diye tanımladığı iki kişi var: Cumhurbaşkanı'nın
eşi ve Başbakan'ın eşi... Bu sözlerle kastedilenin, eşiniz Emine Erdoğan
olduğunu bilmeyen yok. Bu yüzden 'Kral çıplak' demek yine bana düşüyor ve
sadece herkesin bilip konuştuğu bu sır artık doğrulansın ya da yalanlansın diye
size soruyorum:
CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel'in Meclis çatısı altında
sözünü ettiği 'First Lady', gerçekten de herkesin aklına geldiği gibi eşiniz
Emine Hanım mı? Eğer eşiniz ticaret hayatının içindeyse hangi şirketlerin
sahibi ya da ortağı? O şirketler ne zaman, ne kadar bir sermayeyle kuruldu ve
eşinizin ortaklık payı ne? Ve... İddia edildiği gibi bu şirketlere 'ayrıcalıklı
muamele' yapılıyor mu?"
**
Bilirsiniz Başbakan, ailesinin üyelerine yönelik yazılar
konusunda çok hassastır.
Yazanı hemen işten attırır ya da açık açık hakaret eder!
Aradan on gün süre geçtiği ve bu konuyu iki kez bu köşede,
bir kez de televizyondaki canlı yayında işlediğim halde, bunların hiçbiri
olmadı.
Ne ilginçtir ki Başbakan, belki de kişisel tarihinde ilk kez
karısıyla ilgili bir yazıya "tepkisiz" kaldı!
***
Şimdi tekrar soruyorum:
O "First Lady", eşiniz Emine Hanım mı?
Oysa; bu işe kaç para yatırdınız ve bugüne kadar kaç lira
kazandınız?
Eşiniz veya aileden biri, resmen hissedar ya da yönetici mi?
Değilse, ortaklığı nasıl gerçekleştirdiniz?
Devlete verdiğiniz mal bildirimlerinde bu
"hastane" meselesi, neden yer almıyor?
Bunların hiçbiri doğru değilse... Yani hastane zinciriyle
hiçbir ilişkiniz yoksa...
O zaman on gündür neden susuyorsunuz?
AH GÜRSEL, AH!
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin'in bir ay önce
rozet taktığı, Roman Dernek Başkanı Halil Demirişleyen, AKP'den Gaziosmanpaşa
Belediye Meclis Üyeliği'ne aday adayı olmuş...
Demirişleyen bir ay önceki törende, "Çözüm CHP"
derken, gitmiş AKP'li olmuş!
Halil Demirişleyen'e söyleyecek tek sözüm yok.
O; "işini bilen" vatandaşlarımızdan biri...
Benim sözüm hayatında CHP'ye oy bile vermeyen adamları, yaka
paça CHP'ye üye yapmaya çalışan, bu huyundan yıllardır vazgeçmeyen Gürsel
Tekin'e:
Kara çarşaflılara, tarikatçılara harcadığın enerjinin onda
birini CHP'li seçmenleri dinlemeye ayırsaydın; en azından partinin bugün
yaşadığı sorunların gerçek nedenini öğrenmiş olurdun...
Farkındasın değil mi?
GÜNÜN SORUSU
İktidar, AB'nin Türk vatandaşlarını resmen aşağıladığı vize
meselesini, her seçimden önceki gibi yine seçim malzemesi yaptı. Yandaş
gazeteler, AB'deki üçüncü ülke vatandaşlarının Türkiye'ye iadesini öngören
anlaşmayı, "Türk vatandaşlarına 3,5 yıl içinde vize kalkacak"
şeklinde verdi. Sorum, o başlıkları atan emir kullarına:
3,5 yıl sonra vize
kalkmazsa; eşek gibi anıracak mısınız?
Ayıptır beyler... Yapmayın!
AKP yıllardır camilerde siyaset yapıyor.
Bursa'nın Merkez Yenişehir ilçesindeki Çınarlı Camii'nin
duvarına asılan bu seçim afişi, her şeyi anlatıyor!
Oysa camide, hastanede ve kışlada siyaset olmaz.
Olursa; sonu da kötü olur.
AKP yönetiminin, cami duvarına AKP Yenişehir İlçe Başkanlığı
tarafından yerleştirilen bu pano için halktan özür dilemesini bekliyorum.
GÜNÜN İSYANI!
Başbakan, yaklaşık beş yıldır uçuş yapılan Antalya'daki
Gazipaşa Havaalanı'nı kurdele keserek, yeniymiş gibi hizmete açmış... İsyanım
kendisine:
Yapımı 397 yıl önce biten Sultanahmet Camii'ni de hizmete
açmak ister misiniz? Yakışır!
Mustafamutlu