Bizler, Atatürk İlke ve İnkılapları
çizgisinde ve Cumhuriyet’in temel ilkeleri doğrultusunda siyasi yaşamını
şekillendirmeye çalışan bir grup üniversite öğrencisiyiz. Türkiye’nin siyasi
geleceği hakkında aynı kanaati taşıyıp CHP’de birleşmemiz ve kanaatlerimizi
ülke insanlarımıza yansıtma hedefinde olmamız bizleri inceayarsiyaset.blogspot.com ismi altında
birleşmeye ve ülkemizin birlik ve beraberliğini temel almak suretiyle CHP’ye
hizmet etmeye sürükledi.
2013 Temmuz ayında kendi
imkanlarımız dahilinde bloğumuzu kurduk ve derslerimizin ağırlığına rağmen
vaktimizi düzenleyerek kendi aramızda görev paylaşımı yaptık.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen
iktidarın gerçek yüzünü halkımıza tanıtma, Cumhuriyet Halk Partisi’nin dünü, bu
günü ve yarınını reel olarak insanlarımıza aşina kılma yönündeki hedefimize
devam ettik, üstelik ödün vermeksizin!
Siyasetin gerektirdiği ahlaki
anlayışı çalışmalarımızın desturu yaparak her türlü ağır eleştiri ve hatta
bazen itham ve çirkin sözlere göğüs gerdik. Defalarca bloğumuz kapatılmakla
tehdit edildi ve bizlere de vatan haini yaftası vuruldu ve defalarca youtube,
twitter ve facebook hesaplarımız kapatıldı.
Bunca sıkıntılara rağmen bir yılı
aşkın idare ettiğimiz bu blogun giderleri bizlerin gücü ötesine taştı ve
bizleri satışa çıkarmaya mecbur etti.
inceayarsiyaset.blogspot.com’un
Özel Bilgileri
Yönetici: Kemal Yıldırım
Takipçisi: 1453
Görüntüleme: 555799
Yüklediği fotoğraf: 5376
Yönetici: Hakan Çetin
Takipçisi: 85
Görüntüleme: 155262
Yüklediği fotoğraf: 2600
YouTube’deki abone sayısı: 193
AKP’yi İslamcı bir parti olarak görülmemesi gerektiğini söyleyen Bulaç, “Bu İslamcılığı da haksızlık olur AK Parti’ye de haksızlık olur” değerlendirmesinde bulundu.
Enver Aysever'in "İslamcılar neden önkoşulsuz bir şekilde sadece CHP olgusu üzerinden teslim oluyor diğer partiye. CHP olmasın ZDP olsun. Müslüman İşçi Partisi olamaz mı” sorusu üzerine Ali Bulaç şunları söyledi:
"AK Parti’yi İslamcı bir parti olarak görmeyin. Bu İslamcılığı da haksızlık olur AK Parti’ye de haksızlık olur. Bu İslamcılar, İslamcılıktan vazgeçerek AK Parti’nin içerisinde yer aldı. İslamcılar şu anda marjinal"
http://www.odatv.com/n.php?n=akpye-islamci-demek-islamcilara-haksizlik-0704141200
Daha önce Fehmi Koru misali aracıları
Pensilvanya’ya gönderen Abdullah Gül geçtiğimiz günlerde Fethullah
Gülen’e önemli bir işadamını gönderip seçime birkaç gün kala yapılacağı
iddia edilen büyük sızdırma operasyonuna engel olmasını istemiş.
Abdullah Gül’ün son elçisi bunun olmaması
halinde Cemaatin bu süreçten çok çok zarar göreceği mesajını iletmiş.
Cemaat şayet frene basar ve ateşkes ilan ederse 30 Mart sonrası önce
ilişkiler dondurulacak, sonrasında göstermelik bir birkaç soruşturma ile
hadise geçiştirilecekmiş... Bana anlatılana göre Gül’ün bu
teşebbüsünden Tayyip Erdoğan da haberdarmış.
Buradaki esas husus ateşkes kararı verilmesi halinde Abdullah Gül’ün verdiği sözleri yazılı hale dönüştüreceği garantisi imiş.
Peki Fethullah Gülen’in karşılığı ne mi olmuş?
Arkadaşlarla değerlendirelim demiş!..
Kuşkusuz Gül’ün bu yazılı taahhütlü teşebbüsünde kendi siyasi ikbal ve post hesapları etkili olmuştur.
Gelelim ateşkes ihtimaline:
Zor görünüyor zira F tipi örgüt bu
operasyona emperyal bir görev olarak soyunmuştur... Küresel
efendilerinden talimat almadan frene basmaz ancak bir diğer iddiaya göre
Tayyip-Gül ikilisi ADL Başkanı Abraham Foxman’ı bunun için devreye
sokmuştur...
TAKKELİ FİRAVUNLAR EMRİ ANKARA’DAN
Üç gün önce Kırmızı Kedi Yayınevi Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Hepkon aradı:
- “Sabahattin Bey, Takkeli Firavunlar kitabınız için Mücahit Ören yargıya gitti.”
Haluk Bey devam etti:
-Kitabın toplatılmasını talep etti. Ayrıca eski para ile 1 trilyonluk tazminat istiyor.”
Mücahit Ören’in yargıya gitmesine şaşırdım zira kitabımda Enver Ören’in şahsına zerre bir hakaret yok.
Kitapta Ören hakkında yazılanların tamamı
yıllar önce Yeniçağ Gazetesinde kaleme alınmış ve o yıllarda sağ olan
Enver Ören o yazdıklarıma bırakın dava açmayı, açıklama veya tekzip dahi
göndermemişti... Evet Enver Ören’in dava açmayarak ve tekzip
göndermeyerek doğruladığı yazılanlar hakkında Ören ölünce oğlu
tarafından dava konusu ediliyor.
Hadisenin perde arkasını İhlas’tan tanıdığım bir isimden öğrendim.
Meğer dava açılma buyruğu İhlas’a Ankara’dan AKP zirvelerinden gitmiş.
Kitapta var olan iddialar ve çok satılması iktidar zirvelerini rahatsız etmiş.
Bunu doğrulayan husus Mücahit Ören’ın
dava açmak için iki ay beklemesi yani kitap obinlerce satış yaptıktan
sonra herekete geçmesidir.
Tablo net, iktidar Ergun Poyraz ve Ahmet Şık’tan sonra üçüncü kitap operasyonu için devrededir...
KIRIM TATARLARI RUSYA İLE OLMALI
Bazı Milliyetçiler Kırım tatarları noktasında yanılgı içinde.
Soğuk savaş günleri terminolojisi ya da şartlanmışlığı ile Rusya’yı öcü görme ve göstermenin peşindeler.
Tam tersine Kırım halkının geleceği Rusya ile beraber olmakla doğru orantılıdır.
ABD ile AB’nin kuyruğuna takılmak ise emperyallere köpekliktir.
Turan ideali ise bugün artık Avrasya halklarının ortak güç oluşturmasıdır.
Mesela Kıbrıs’ta iki ayrı halka rağmen
iki ayrı devlete karşı çıkan ABD ile AB’nin Kırım halkını tahrik etmesi
özgür olmalarını arzulaması değil Kırım halkı üzerinden emperyal amaca
yürümek istemesindendir.
Rasyonel milliyetçilik ütopik fantezilerle değil reel politik ile vücut bulur.
ABD’DEN SON TAYYİP RAPORU
Rapor tarihi:14 Mart 2014.
Yayınlayan birim: Washington DC’deki Tarafsız Politika Merkezi.
Rapor Morton Abromowitz ve Eric Edelman’ın koordinatörlüğünde hazırlanmış.
İşte o raporun sonuç bölümü:
- “Amerikanın Suriye’de kendi
politikalarını uygulamak için Türkiye’yi kullanma girişimleri çok
başarısızdır. Türkiye’nin kendisi artık bölgede problemdir.”
Bu raporla sabit ki ABD için Tayyip Erdoğan’ın son kullanma tarihi dolmuş ve kalemi kırılmıştır.
Bu raporun anlattığı bir başka şey F Tipi örgütün Tayyip Erdoğan’a harekete geçmesinin arka palanını ortaya koymasıdır.
Zaman gazetesi yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı Fethullah Gülen’le bir röportaj yapmış. Neler konuşuldu henüz bilmiyoruz. Fakat, Ekrem Dumanlı’nın Gülen’e olan yakınlığı ortada. Bu yakınlığın bazı önemli soruların sorulmasını engelleyeceğini düşünüyorum.
İnşallah yanılırım.
Röportajın duyurularını görünce, “acaba neler sorulmuştur” diye düşündüm.
Fethullah Gülen’le röportajı ben yapsaydım şu soruları sorardım.
Önce, kendimle ilgili özel bir soru:
• Fethullah
bey, Türkiye’de sizin yetiştirdiğiniz insanlar, binlerce kişinin
telefonlarını dinlemekteler. En azından, bu konuda yaygın iddialar var.
Telefonu dinlenenlerden biri de benim. Beni niçin dinlediniz? Neyi merak
ediyordunuz? Önünüze gelen dinleme kayıtlarında işinize yarar bir ifade
mevcut mu?
Şimdi hepimizi ilgilendiren konularla alakalı sorularım:
•
Fethullah Bey, yayınladığınız taziye mesajlarında Burak Can ve Ahmet
Küçükdağ’ın Sünniliğine değinmezken, Berkin Elvan’ın Alevi kimliğine
vurgu yaptınız. Neden?
• Taziye
mesajınızda Burak Can ve Ahmet Küçükdağ’a rahmet dilediniz. Ama
Aleviliğine vurgu yaptığınız Berkin Elvan’a rahmet dilemeyip sadece
üzüntülerinizi belirttiniz. Niçin?
•
Yolsuzluklara karşı çok hassas olduğunuzu gözlemliyoruz. Aynı
hassasiyeti Deniz Feneri davası için neden göstermediniz? Savcıların
görevden alınmasına niçin ses çıkarmadınız?
•
Cemaatinizin yayın organları son üç yıldır sistematik bir şekilde İran
ve Şia aleyhtarlığı yapıyor. Mezhep savaşının bütün Ortadoğu’yu yakıp
yıktığı bir dönemde Cemaat’in Şia karşıtlığının amacı ne?
•
Hıristiyanlara, Musevilere hoşgörü gösterip, diyalog kurdunuz. Olumlu
bir hava yayıldı. Benzer hoşgörüyü Şia’ya neden göstermiyorsunuz?
•
Emek verip büyüttüğünüz cemaatiniz, son zamanlarda ses ve seks
kasetleriyle anılır oldu. Toplumun önemli bir kısmı, bu işleri
cemaatinizin yaptığına inanıyor. Ahir ömrünüzde böyle algılanmak sizi
düşündürmüyor mu?
• Fethullah Bey, Türkiye’de insanlar sınav sorularını cemaatinizin çaldığına inanıyor.
Gerçek olmasa bile, sizin öyle bir şey yapabileceğinize inanılmasını
nasıl izah edeceksiniz? Bu algıyı değiştirmek için niye en küçük bir
çaba göstermiyorsunuz?
• Devletin
önemli kadrolarında yer alan mensuplarınız, bağış adı altında zorla
kurban yardımı ve burs topluyor. Bunun dindeki yeri nedir? Zorla alınan bağış haram sayılmaz mı?
• Dine hizmet amacıyla yola koyuldunuz. Cemaatinizin zirveye çıktığı bir dönemde dinin imajı yerle bir oldu. Dine, dindarlara olan güven kayboldu. Buradaki zıtlığı neyle açıklıyorsunuz?
• Siz kazanıp büyürken, din ve dindarlık değer kaybetti. Sizce neden?
•
Muta sempozyumu düzenliyorsunuz. Size yakın insanlar, sosyal medyada
her gün birilerinin özel hayatıyla alakalı iddialar yayınlıyor.
İnsanları kasetle tehdit ediyorlar. Özel hayata olan bu yoğun ilgi nereden kaynaklanıyor? İnsanların mahrem ilişkilerine müdahil olmak, bunu kavga malzemesi yapmak sizce de ayıp ve utanılacak bir davranış değil mi?
•
Sık sık demokrasi, özgürlükler, çoğulcu toplum vurgusu yapıyorsunuz.
Fakat sahibi olduğunuz NT mağazalarında yüzlerce yazarın kitaplarının
satışı yasak. Bunu nasıl izah ediyorsunuz?
•
Anladık ki Şefkat Tepe’nin senaryosunu siz yazıyorsunuz. Sizin gibi
dünya görmüş, entelektüel, gönül ehli birine o senaryo ve düzey yakışır
mı Allah aşkına?
• Peygamber efendimiz
ile sık sık görüştüğünüz söyleniyor. Sakıncası yoksa bu görüşmeleri
nerede gerçekleştirdiğinizi açıklar mısınız? Pensilvanya’da mı yoksa
Medine’de mi?
• Ergenekon, Balyoz gibi
davalarda ve son 17 Aralık operasyonu sürecinde benimsediğiniz tarz ve
tutum gösterdi ki devlet işlerinde başarılı olamadınız.
• Siyasetten bütünüyle uzaklaşıp, yüzünüzü eskisi gibi topluma dönmeyi ve ülkeyi ferahlatmayı düşünüyor musunuz?
Cemaat ile alakalı daha birçok iddia var. Bunların hepsi doğru olmasa bile algı böyle.Korkunç olansa, toplum, Cemaat’in bu kötülükleri yapabileceğine ihtimal veriyor.
Belki bu sorulara cevap gelmeyecek. Fakat, Gülen Cemaati bir özeleştiri yapmalı. Bu iddiaları açıklığa kavuşturmalı. Kendine yeni ve sağlıklı bir rota çizmeli. İnsanlara güven telkin edecek netliğe ve sadeliğe kavuşmalı.
Biliyorum sorular ağır. Ama kabul edin ki bu soruları ağır yapan ben değilim, Cemaat’in icraatları.
LEVENT GÜLTEKİN
http://www.internethaber.com/fethullah-gulene-ben-ne-sorardim-15754y.htm
Alacak yüzde 50'yi, tarayacak herkesi
"YÜZDE 50" oy almak...
Bütün hesabı, bütün stratejisi, bütün taktiği, bütün çabası, bütün enerjisi bunun için.
*
Alacak yüzde 50'yi...
Ve başlayacak makineli tüfekle taramaya...
- Cemaat'i tarayacak.
- CHP'yi tarayacak, MHP'yi tarayacak, hatta BDP'yi tarayacak.
- Amerika'yı tarayacak.
- Ateistleri tarayacak.
- TÜSİAD'ı tarayacak.
- İzmir'i tarayacak.
- AB'yi tarayacak.
- Kalan son gazetecileri tarayacak.
- Sosyal medyada aklına eseni yazan çoluk çocuğu tarayacak.
- TUSKON'u tarayacak.
- ODTÜ'yü tarayacak.
- Tribünleri tarayacak.
- İtaatsizleri tarayacak.
- Gezicilere demediğini bırakmayan ama Cemaat'e tek laf etmeyen Gökçek'i tarayacak.
- Muhteşem Yüzyıl'cıları bile tarayacak.
*
Ah bir alsa yüzde 50'yi...
Gösterecek herkese gününü...
- Açacak Obama'ya telefonu, "ver o hocayı bana" diyecek.
- Cemaatçi gazetecilerin bileklerine kelepçe takacak.
- 17 Aralık'ı başlatan savcı ve polisleri ham yapacak.
- Kuzguncuk'a tank gönderecek.
- Zaman gazetesine tazyikli su sıkacak.
*
Ah bir yüzde 50'yi kapabilse...
- İnadına Reza'nın heykelini dikecek.
- İnadına trilyona "üç beş kuruş" diyen Bakan oğlunu danışman yapacak.
- İnadına bakanlarının tümüne yeni ve pahalı saatler armağan ettirecek.
- İnadına Ebru Gündeş'i "milli irade sanatçısı" ilan edecek.
- İnadına "o telefon kaydı montaj falan değil ulan, var mı diyeceğiniz" diye haykıracak.
*
Bir alsa o yüzde 50'yi...
- Kıracak kalemleri, uçuracak kelleleri.
- Yasaklayacak "yolsuzluk" sözcüğünü.
- Kendisine sadece "10 milyon dolarcık" gönderme cüretinde bulunan o madrabaza haddini bildirecek.
- Defteri olan herkesin üzerine salacak vergi müfettişlerini.
*
Yüzde 50'yi bir alsa...
Biliyor ne yapacağını.
Taramalıyla tarayacak ortalığı... Kelepçeleyecek bilekleri... Zindanlara koyacak herkesi... Acıtacak bütün canları... Dikecek bütün ocaklara incir ağaçlarını...
Öyle şeyler yapacak ki...
Bir daha bu topraklarda sözünün üstüne söz söylemeye kimse cüret edemeyecek.
*
Ama durun bir dakika!
Yüzde 50'yi alırsa yapacak bunları...
Çünkü o asla bir diktatör değil.
Milli iradeye acayip saygılı süper demokrat biri...
Bunlar ateist, bunlar terörist
BAŞBAKAN Erdoğan Balıkesir'de şöyle demiş:
"Bunlar ateist, bunlar terörist".
*
"İslamofobi" şöyle bir şeydir:
"Bunlar Müslüman, bunlar terörist".
*
"Ateizm nefreti" şöyle bir şeydir:
"Bunlar ateist, bunlar terörist".
*
Arada zırnık fark yoktur.
*
Ateistlere karşı geliştirdiği bu nefret dilinden sonra...
Başbakan Erdoğan'ın "İslamofobi"den yakınmaya hakkı var mıdır, yok mudur?
Karar sizin.
Ebru bile
BAŞBAKAN Erdoğan, Reza ve bakan çocuklarının tahliye edilmesiyle ilgili olarak şöyle demiş:
"Adaletin yerini bulacağını biliyordum".
*
Var ya...
Bu cümleyi Ebru Gündeş bile kurmaya cesaret edemezdi.
Aklına gelirdi ama yine de çekinirdi söylemeye.
*
Başbakanımız gerçekten çok cesur bir dünya lideri.
Reza'yla sandıkta hesaplaşsak
MADEM...
HSYK Yasası'nın ilk meyvesi Reza'nın tahliyesiyle verildi.
Madem...
Yeni Türkiye'nin yeni yargısı Reza'dan hesap sormaya pek gönüllü değil.
Madem...
Reza yeni yargı sisteminden yırtacak gibi...
Bari Reza'yla sandıkta hesaplaşma imkânına sahip olalım.
*
Reza siyasete atılsın...
AK Parti'den belediye başkan adayı falan olsun...
Sandıkta hesaplaşalım.
*
Kaybederse "rüşvetçinin teki" diyelim, kazanırsa "hayırsever işadamı".
Hak yerini buldu mu?
İLKER Başbuğ her an kaçabilir, tutuklu kalmalıdır.
Reza Zarrab ise kaçmaz, birkaç haftalık tutukluluk yeter de artar.
*
Ta Fizan'dan gelip teslim olan subaylar her an kaçabilir, tutuklu kalmalıdır.
Bakan oğulları ise asla kaçmaz, birkaç hafta yeter.
*
Tuncay Özkan dışarı çıktı mı anında kaçabilir.
Reza mı? Asla...
*
Askerler, yazarlar, profesörler delilleri karartabilir.
Reza'lar, bakan oğulları delilleri karartmaz.
*
Haberal'a, Balbay'a, BDP'lilere yıllar süren tutukluluk az biledir.
Reza'ya, bakan oğullarına haftalar süren tutukluluk çok biledir.
*
Hakikaten de "hak" değirmende olurmuş.
*
Alacak yüzde 50'yi...
Ve başlayacak makineli tüfekle taramaya...
- Cemaat'i tarayacak.
- CHP'yi tarayacak, MHP'yi tarayacak, hatta BDP'yi tarayacak.
- Amerika'yı tarayacak.
- Ateistleri tarayacak.
- TÜSİAD'ı tarayacak.
- İzmir'i tarayacak.
- AB'yi tarayacak.
- Kalan son gazetecileri tarayacak.
- Sosyal medyada aklına eseni yazan çoluk çocuğu tarayacak.
- TUSKON'u tarayacak.
- ODTÜ'yü tarayacak.
- Tribünleri tarayacak.
- İtaatsizleri tarayacak.
- Gezicilere demediğini bırakmayan ama Cemaat'e tek laf etmeyen Gökçek'i tarayacak.
- Muhteşem Yüzyıl'cıları bile tarayacak.
*
Ah bir alsa yüzde 50'yi...
Gösterecek herkese gününü...
- Açacak Obama'ya telefonu, "ver o hocayı bana" diyecek.
- Cemaatçi gazetecilerin bileklerine kelepçe takacak.
- 17 Aralık'ı başlatan savcı ve polisleri ham yapacak.
- Kuzguncuk'a tank gönderecek.
- Zaman gazetesine tazyikli su sıkacak.
*
Ah bir yüzde 50'yi kapabilse...
- İnadına Reza'nın heykelini dikecek.
- İnadına trilyona "üç beş kuruş" diyen Bakan oğlunu danışman yapacak.
- İnadına bakanlarının tümüne yeni ve pahalı saatler armağan ettirecek.
- İnadına Ebru Gündeş'i "milli irade sanatçısı" ilan edecek.
- İnadına "o telefon kaydı montaj falan değil ulan, var mı diyeceğiniz" diye haykıracak.
*
Bir alsa o yüzde 50'yi...
- Kıracak kalemleri, uçuracak kelleleri.
- Yasaklayacak "yolsuzluk" sözcüğünü.
- Kendisine sadece "10 milyon dolarcık" gönderme cüretinde bulunan o madrabaza haddini bildirecek.
- Defteri olan herkesin üzerine salacak vergi müfettişlerini.
*
Yüzde 50'yi bir alsa...
Biliyor ne yapacağını.
Taramalıyla tarayacak ortalığı... Kelepçeleyecek bilekleri... Zindanlara koyacak herkesi... Acıtacak bütün canları... Dikecek bütün ocaklara incir ağaçlarını...
Öyle şeyler yapacak ki...
Bir daha bu topraklarda sözünün üstüne söz söylemeye kimse cüret edemeyecek.
*
Ama durun bir dakika!
Yüzde 50'yi alırsa yapacak bunları...
Çünkü o asla bir diktatör değil.
Milli iradeye acayip saygılı süper demokrat biri...
Bunlar ateist, bunlar terörist
BAŞBAKAN Erdoğan Balıkesir'de şöyle demiş:
"Bunlar ateist, bunlar terörist".
*
"İslamofobi" şöyle bir şeydir:
"Bunlar Müslüman, bunlar terörist".
*
"Ateizm nefreti" şöyle bir şeydir:
"Bunlar ateist, bunlar terörist".
*
Arada zırnık fark yoktur.
*
Ateistlere karşı geliştirdiği bu nefret dilinden sonra...
Başbakan Erdoğan'ın "İslamofobi"den yakınmaya hakkı var mıdır, yok mudur?
Karar sizin.
Ebru bile
BAŞBAKAN Erdoğan, Reza ve bakan çocuklarının tahliye edilmesiyle ilgili olarak şöyle demiş:
"Adaletin yerini bulacağını biliyordum".
*
Var ya...
Bu cümleyi Ebru Gündeş bile kurmaya cesaret edemezdi.
Aklına gelirdi ama yine de çekinirdi söylemeye.
*
Başbakanımız gerçekten çok cesur bir dünya lideri.
Reza'yla sandıkta hesaplaşsak
MADEM...
HSYK Yasası'nın ilk meyvesi Reza'nın tahliyesiyle verildi.
Madem...
Yeni Türkiye'nin yeni yargısı Reza'dan hesap sormaya pek gönüllü değil.
Madem...
Reza yeni yargı sisteminden yırtacak gibi...
Bari Reza'yla sandıkta hesaplaşma imkânına sahip olalım.
*
Reza siyasete atılsın...
AK Parti'den belediye başkan adayı falan olsun...
Sandıkta hesaplaşalım.
*
Kaybederse "rüşvetçinin teki" diyelim, kazanırsa "hayırsever işadamı".
Hak yerini buldu mu?
İLKER Başbuğ her an kaçabilir, tutuklu kalmalıdır.
Reza Zarrab ise kaçmaz, birkaç haftalık tutukluluk yeter de artar.
*
Ta Fizan'dan gelip teslim olan subaylar her an kaçabilir, tutuklu kalmalıdır.
Bakan oğulları ise asla kaçmaz, birkaç hafta yeter.
*
Tuncay Özkan dışarı çıktı mı anında kaçabilir.
Reza mı? Asla...
*
Askerler, yazarlar, profesörler delilleri karartabilir.
Reza'lar, bakan oğulları delilleri karartmaz.
*
Haberal'a, Balbay'a, BDP'lilere yıllar süren tutukluluk az biledir.
Reza'ya, bakan oğullarına haftalar süren tutukluluk çok biledir.
*
Hakikaten de "hak" değirmende olurmuş.
Suriye’de PKK’nın yan örgütü PYD, 3 ilde
özerklik ilan etti. Son il, Kilis’in karşısına düşen Afrin’de, dün özerk
bölge kantonu ilan edildi. Cizire Kantonu, 21 Ocak’ta, Kobani’de de 27
Ocak’ta özerk kanton yönetimi ilan edildi.
Her üç kantonun dört ay
içinde genel seçimlere gidecekleri duyuruldu. Geçen yıl Kasım ayında
PYD, Suriye’nin kuzeyinde özerk yönetim için 82 kişilik “Kurucu Meclis”
oluşturdu. Bu toplantıda 3 kantondan oluşan bir özerk yönetim
oluşturulması planlandı. 3 kanton bölge, Kilis’in karşısına düşen Afrin
ve çevresi, Suruç’un karşısındaki Kobani adıyla Aynelarab ve çevresi ile
Cizîrê olarak adlandırılan Nusaybin’in karşısında yer alan Kamışlı’dan
Haseki’ye kadar uzanan bölgelerden oluşuyor.
PYD’nin iddiası ve gerçekler
Özerklik ilanının iki önemli yanı var.
İlki, PYD’nin özerk bölge olarak ilan ettiği yerlerin tümünde
hakimiyetinin olmaması. Bölge kaynaklarının verdiği bilgilere göre
Suriye’nin kuzeyinde; PYD’nin verdiği isimle Serekaniye, resmi adıyla
Resulayn’da tam hakimiyetleri var. Mardin Şenyurt’un karşısında bulunan
Dirbesiye’de de aynı şekilde PYD hakim. Derik ve Kobani şehir
merkezlerinde hakimiyet ellerinde. Fakat bu şehirlerin hemen çevresinde
rejime karşı savaşan diğer gruplar hakim. Bölge kaynakları, Kamışlı’da
sadece birkaç caddede PYD’nin varlık gösterdiğini, kentin Suriye rejim
güçlerinin elinde olduğunu bildiriyor. Haseki’de ise PYD’nin hiç
hakimiyeti yok.
Ancak bu durum, sözkonusu gelişmelerin
önemsiz olduğu anlamına gelmiyor. Tam tersine Suriye’ye yönelik
emperyalist operasyonun, stratejik hedefleri içinde en önemlisi olan,
ülkenin kuzey bölgesinde bir “Kürt koridoru” oluşturulması için bir
oldubitti girişimiyle karşı karşıyayız.
MİT ve Dışişleri’yle görüşmeler
Bu gelişmenin ikinci ve daha önemli yönü,
bütün bu adımların MİT ve Dışişleri ile istişareler içinde atılması.
PYD lideri Salih Müslim Hürriyet’e verdiği demeçte, “2013 Temmuz ayında
demokratik özerklik için çalışmaya başladık” diyor. Müslim’in açıkladığı
bu tarih, Türkiye’de MİT ve Dışişleri Bakanlığı yetkilileriyle
görüşmeler yaptığı döneme denk geliyor. “Esad yönetimiyle bütün
bağlarını kopartma” şartıyla Türkiye’ye davet edilen Müslim, Temmuz ve
Ağustos aylarında MİT ve Dışişleri’yle görüşmeler yapmıştı. MİT ve
Dışişleri’nin daveti üzerine 24 Temmuz’da Türkiye’ye gelen Salih Müslim,
Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la
biraraya geldi. 25 Temmuz’da Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile
görüşen Müslim, Ağustos ayında bir kez daha Türkiye’de görüşmeler yaptı.
Ayrıca PYD mensupları birden fazla defa Türkiye’ye gelerek MİT ve
Dışişleri’nden muhataplarıyla biraraya geldi.
MİT: Kazanımlarınızı heba etmeyin!
AKP hükümetinin yayın organı Yeni Şafak
gazetesi 26 Temmuz 2013’te, Temmuz ayındaki görüşmeyle ilgili haberde şu
bilgilere yer verdi: “MİT heyeti Müslim’e, bölgesel paradigmaların
değiştiğini anlatarak, ‘Baas rejimi altında yıllarca ezilmiş Kürt
kardeşlerimizin kazanımlarını siyasi ihtiraslara heba etmeyin. Suriye
halkı olarak geleceğinizi yeniden şekillendirirken yeni çatışma alanları
oluşturmak herkesin kaderini kötü etkiler’ mesajı verdi.”
MİT yetkililerinin “yeni çatışma
alanları”ndan kastı, o günlerde PYD ile ÖSO ve diğer muhalif güçler
arasında şiddetlenen çatışmalardı. Nitekim sonraki süreçte zaman zaman
çatışmalar olsa da PYD ile diğer gruplar arasında önce yazılı olarak
imzalanan fakat kısa bir süre uygulanabilen ateşkes ve birbirinin
alanına müdahale etmeme anlaşması defacto olarak uygulanmaya başladı.
Dışişleri ve MİT: Özerkliğe karşı değiliz
Müslim, Türkiye’deki görüşmelerini
anlattığı PKK yayın organı ANF’de, görüştüğü MİT ve Dışişleri
yetkililerinin kendisine kurmayı düşündükleri “geçici özerk yönetim”e
karşı olmadıklarını söylediklerini açıkladı. Müslim’in bu açıklaması
bugüne kadar yalanlanmadı. Müslim görüşmelerini şöyle anlattı:
“Rojava’da halkın kendi bölgelerinde denetimi ele geçirmesinin üzerinden
bir yıl geçti. Bu tecrübeden anladık ki; artık bir yürütmenin olması
gerekiyor. Bütün oluşumların, herkesin yer alabileceği Kürtlerin,
Türkmenlerin, Arapların içinde yer alabileceği siyasi bir çözüm
buluncaya kadar bir geçici bir yönetim kurulması fikriydi. Bunu anlattık
görüşmelerimizde. Türk yetkililer ‘bu sizin hakkınızdır’ dediler.”
MİT-Öcalan görüşmelerinde öncelikli konu
Suriye’nin kuzeyinde Esad yönetiminin
hakimiyetini yitirmesi çabası, MİT-Öcalan görüşmelerinin de temel
gündemlerinden birisi. Geçen yıl Eylül ayında Selahattin Demirtaş,
Öcalan’ın Suriye konusundaki değerlendirmesini de şöyle aktarmıştı:
“Suriye’de Özgür Suriye Ordusu şahsında temsil edilen muhalefet de kendi
geçici yönetimini oluşturdu. Rojava bölgesindeki halk da kendi geçici
yönetimini oluşturuyor. Dolayısıyla bu geçici yönetimlerin Cenevre’de
tek bir hükümete dönüşebileceğini, ortaklaşılabileceğini ve bu şekilde
de çözüme gidilebileceğini düşünüyor.”
Kanun tanımayan bir Başbakan!
Yargıya meydan okuyan bir başbakan oğlu!
Erklerin birbirini gırtlakladığı vahim bir manzara!
Tescilli hırsızların protokola alındığı bir ülke fotoğrafı.
Polisi ve yargısı bir örgüt ya da çete tarafından teslim alınan bir vatan.
Bizzat Başbakan'ın devletin içinde paralel devlet var itirafında bulunduğu korkunç bir tablo.
Üretmeyen ekonomisi ile uçurumun kenarına gelen ve astronomik faiz artışı ile son barutunu tüketen bir memleket.
Halkı bizzat Başbakanı tarafından nerede ise her gün Türk-Kürt-Laz-Çerkez-Boşnak ve Gürcü diye etnik temelde ayrıştırılan bir coğrafya!
Dindar olanlar ve olmayanlar diye inanç bölücülüğünün iktidar tarafından yapıldığı bir ülke!
Mezhepçiliği ve sünniciliği Türkiye'nin resmi politikası yapan fundamentalist bir anlayış!
Suriye'de El Kaide ile saf tutan ve Türkiye'yi onun yörüngesine sokan bir devlet yönetimi.
Yanlış Irak politikası ile Türkiye'nin Kerkük gibi kırmızı çizgilerini paspas yapıp Büyük Kürdistan'ın ilk ayağı Barzanistan ile inşa eden bir zihniyet.
Yine yanlış Suriye politikası ile fiili El Kaide devletinin yanısıra Suriye Kürdistan'ını imar eden bir körlük ve sığlık !
Doğu Akdeniz ve Ege'de Yunanistan, Kıbrıslı Rumlar ve İsrail'e peşkeş çekilen ulusal çıkarlarımız.
İlaveten Güneydoğumuzun komple PKK'ya peşkeş çekilmesi ve PKK'nın yeni bir vatan yaratma adına önünün açılıp ve serbestiyet tanınması.
Özet olarak sunduğum bu tablo Türkiye için beka sorunu olmanın ötesinde varlık-yokluk hadisesidir.
İşte bu dehşet tablosuna Türk Silahlı Kuvvetlerinin sonuna kadar kayıtsız kalması düşünülemez.
Diyeceksiniz ki Tayyip'in generalleri buna izin vermez!
Hep söylüyoruz TSK'nın gövdesi millidir ve son noktada kurumsal olarak doğal bir tepki verir.
Peki bu ne zaman mı olur?
Apo'nun İmralı'dan isyan borusunu üfürmesiyle ki bu çok uzak değildir.
Onbinler ve yüzbinlerin Güneydoğu'da isyan adına sokağa çıktığı ve Batı illerinde buna karşı tepkilerin doruğa çıktığı tabloda ülkeyi yok olmaktan Rıza Sarraf'ın protokol arkadaşı Tayyip Erdoğan mı kurtaracak?
Buradan hareketle diyoruz ki yeni bir darbe için şartlar bir bir tamamlanıyor.
Sakın ha bu satırlarım darbe şakşakçılığı diye okunmamalı zira böyle bir darbe yapılırsa denge olsun diye ilk tutuklanacak olan bizleriz. Benim yaptığım bir tespit ya da öngörüdür.
Duyduk duymadık demeyin Türkiye'ye yönetilemez hale getiren Tayyip Erdoğan askere gel gel yapıyor...
Esenyurt'ta MHP'lilere yapılan baskın ve Şişli belediyesinin taranması yeni sürecin işaret fişeği gibidir...Hiç temenni etmem ama şayet böyle bir darbe olursa dilerim ipler NATO'da değil Atatürkçülerde olsun!
ALİ BABACAN'DAN BAŞBAKAN'A ÜRPERTEN RAPOR
Dün dinlediğime göre Ali Babacan ile uluslararası fon yöneticilerinin nabzını tutmak için Avrupa ve ABD turu yapan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek acil kodu ile Başbakan'dan randevü alıp şu uyarıları yapmışlar:
-Faizleri agresif biçimde artırmazsak değil yeni fon bulmamız, mevcut fonları Türkiye'de tutmamız mümkün değil.
-Piyasamızda panik havası var, bunu gideremezsek dolar 2.7 bile aşar.
-Dövizin değil daha fazla artması , bu düzeyi bile onlarca şirketimizi batırır ve işsizlik ve paniğe sebep olur.
-FED'in yeni tahvil politikası agresif faiz artışını zorunlu kılan bir başka faktör.
-Mevcut fırtınanadan bizi koruyacak yegane liman Brezilya düzeyinde bir faiz oranı.
-Tedbir de geç kalırsak Yunanistan gibi oluruz ve ayağa kalkmamız çok güçleşir..
Brifing sonunda bir hafta önce faizi yükseltmeyen Merkez Bankasını alkışlayan Erdoğan olur veriyor.
Soru şudur: Bir haftaya sığan bu tezat görüntü Türkiye'nin nasıl idare edildiğinin resmidir.
KILIÇDAROĞLU VE BAHÇELİ'DE FETHULLAH AŞKI!
Bu aralar hem CHP hem MHP'de bir Fethullah aşkı depreşti ki sormayın gitsin!
Dayanışmalar, methiyeler, kolkola girmeler artık açıktan!
Adeta siyasi yoldaş oldular.
İyi de ey CHP; Başbakan'ın ima ve ifadesi ile bu çete değil midir eski genel başkanınız Deniz Baykal'a kaset tertibini yapan?
Keza ey MHP; bu örgüt değil midir genel başkan yardımcılarınızı kasete çeken?
Aynı şekilde bunlar değil midir TSK'ya kumpas kuran?
Bunlar değil midir Emniyet Teşkilatını tarumar eden?
Bunlar değil midir devlet içinde devlet kuran?
Bunlar ise söyleyin nedir bu haliniz?
Ne o yoksa Tayyip'in boşaltacağı alana siz mi talipsiniz?
Diyecekler ki biz onları kullanıyoruz!
Siz onları kullanamazsınız, o sizi kullanır haberiniz ola!
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/sabahattin-onkibar/32711-sabahattin-onkibar-askeri-mudahaleye-adim-adim.html
Para Kurulu 28 Ocak akşamı olağanüstü toplantı yapacağı yönündeki kararını açıklayarak “ısrarla uygulanmakta olan” zorlama faiz politikalarının terk edilebileceğinin ön işaretlerini verdi. Bu açıklamaya karşı piyasalarda “iyi niyet gösterisi” yaptı ve kurlardaki hareketliliği gün içinde adeta dondurdu. Akşamı bekledi. 28 Ocak gecesi saat 12’de açıklanan “faizleri anlamlı biçimde yükseltme” kararına ise piyasa hemen tepki verdi. Dolar ve Euro kurlarını “hızla” hemen aşağıya çekti. 29 Ocak'ın ilk saatlerinde Dolar 2.19 Euro 2.98 üzerinden işlem görmeye başladı.
Merkez Bankası son on günlük dönemde kurları baskılayabilmek için doğrudan müdahale ile ciddi döviz satışı yapmıştı. Yaptığı yüksek tutarlı döviz satışlarına karşın, döviz talebini karşılayamıyor ve kurlar yukarı yönde hareket etmeye devam ediyordu. Piyasa açıktan meydan okumakta ve faiz artışını zorlamaktaydı. Merkez Bankası olağanüstü Para Kurulu toplantısı ile bu meydan okumayı gördü ve piyasalara aldığı karar ile “uyum mesajı” verdi.
BAŞBAKAN RAĞMEN FAİZLER YÜKSELTİLDİ
Merkez Bankasının daha fazla rezerv tüketme niyeti yoktu. Tersine bir an önce “sıcak para girişinin yeniden” başlamasını, hızlanmasının istiyordu. Türkiye’nin yüksek cari açığının ve kısa vadeli dış borç ödemelerini “doğrudan yabancı sermaye” girişi ile finanse etme imkanı yoktu. Yaşananlardan bu durum açıkça anlaşılmıştı. Kısa vadeli sermaye girişine-sıcak paraya, bir kez daha “kurtarıcı olarak” çağrı yapılıyordu. Kısa vadeli sermaye girişlerinin başlanması içinde dış yatırımcı için cazibesini kaybetmiş olan yurtiçi faiz oranlarının yükseltilmesi gerekiyordu.
Başbakan gün içinde Merkez Bankasının faizleri yükselmesini beklemediğinin vurgusunu yapmıştı. Son bir hafta içinde kurlar hızla yukarı doğru hareketlenmeye devam ederken, Ekonomi Bakanı faizlerin yükseltilmemesi yönündeki açıklamalarını sürekli olarak sürdürmüştü.
Merkez Bankası bu çağrılara karşın faiz oranlarını anlamlı oranda yükseltti. Bu yeni faiz oranları ile birlikte Türkiye’nin AKP İktidarının on yıllık iktidarı döneminde uygulanan “yüksek faiz düşük kur” politikasına dönüp dönemeyeceğini ve sıcak para-kısa vadeli sermaye girişinin yeniden artışa geçip geçmeyeceğini şimdilik bilemiyoruz. Ancak Merkez Bankası sıcak paraya açık çağrısının “daha yüksek faiz” kararı ile yaptı. Piyasaların Merkez Bankasının “faiz yükselteme” kararına hemen cevap vermesinin “sıcak para akımının” yeniden başlatılmasına hazır olduklarının işareti olarak gördük.
SICAK PARA TÜRKİYE'DEN UZAKLAŞTI
2013 yılının Mayıs ayı içinde FED kaynaklarından gelen haberler, 2008 sonrasından başlayarak aralıksız olarak “piyasalara sağlanan likidite bolluğunun” sınırlanacağı yönünde oldu. Türkiye’ye dönük “kısa vadeli sermaye akımı-sıcak para girişi” bu gelişmeden hemen etkilendi ve Türkiye’nin uluslararası piyasalardan kullandığı kaynak akımı imkânı daraldı. Durmadı ancak Türkiye’nin yüksek cari açık ve kısa vadeli dış borçlarını finanse etmesini zorlaştıran bir düzeye indi. Bu daralma 2013 yılının sonuna kadar devam etti. Sonra ABD kaynaklı likidite akımının süreceği ancak kullanım miktarının kademeli olarak azaltılacağı açıklandı. 2014 başındaki bu açıklama Türkiye benzeri gelişmekte olan ekonomilere yönelik kısa vadeli kaynak akışının daha da daraltıcı yönde etkili. Cari açık ve yüksek düzeydeki dış borç ödemelerinden kaynaklanan yüksek düzeydeki döviz talebinin sürmesine karşılık kısa vadeli kaynak girişinin azalıyor olması karşısında kurlar yukarı yönlü tırmanmaya başladı. Kurların gösterdiği hareketlilik dalgalanma olmaktan çıktı ve süreklilik kazanarak “devalüasyon” etkisi yarattı. 2013 yılının son çeyreğine girildiğinde yıllık enflasyon hızının %7 seviyesinin üzerinde gerçekleşeceğinin somutlaşması ile reel faizlerin sıfırlanmakta olduğu görüldü. Kısa vadeli kaynak girişinin-sıcak para girişinin faiz cephesinden de zor’a girdiğini ayrıca gördük.
Uluslararası mali piyasalardan Türkiye’ye dönük “sıcak para” bir yönü ile, likidite daralması nedeniyle yavaşlayıp-daralırken, Türkiye içinde yükselen enflasyona karşı düşük faiz uygulamasında dayatmanın sürdürülmesi sonucu, yavaşlayıp-daraltmakta olan “sıcak para” Türkiye den hızla uzaklaşmaya başlamıştı.
2013 yılının ikinci yarısında yaşanan bu süreç değişik siyasi açıklamalar ile örtülmeye çalışıldı. Ancak 2013 Aralık ayı başında açıklanmış olan IMF’nin 2013 Yılı Türkiye raporunda, yüksek cari açık tehdidi altındaki Türk Ekonomisinde sonuçları açık olmayan, muğlak para politikası uygulama sonuçlarının mutlaka gözden geçirilmesi isteniyordu. Faiz politikasının etkinliği IMF’ye göre tartışmalı idi.
Merkez Bankası bu çağrıların hepsine 28 ocak gecesi “olumlu yanıt verdi”.Sıcak paraya kuvvetli bir çağrı yaptı. Önceki yazıda vurgu yapmıştık. Şimdi tekrarlamakta yarar var. Değerlendirme daha önceki dönemlerde Merkez Bankası Başkanlarından G.Erçel tarafından yapıldı: “ Sıcak para uyuşturucuya benzer. Aldıkça rahatlarsınız, uyuşursunuz. Almadığınızda dengeniz bozulur.Türkiye’nin sıcak para deneyiminde de hep benzer şeyler oldu. Kovmak istedik TL değer kaybetti. Ekonomik büyüme duraksadı. Bunu önlemek için faiz artırımı dahil sıkı para politikasına yöneldik. Sıcak para tekrar geldi. Karşılaştığımız sorunları kısa dönem için olsa da yok etti.”
Nazif Ekzen
http://www.odatv.com/n.php?n=faiz-lobisinin-fendi-erdogani-yendi-2901141200
Bir Başbakan'ın bu gibi hallere düşmesi bühtandır.
Elinde bir resim Mustafa Sarıgül'e saldırıyor.
Ancak güya yolsuzluğu kanıtlayan elindeki büyük resim orijinal değil rötuşlu yani fotomontaja tabi tutulmuş.
Abdullah Gül, Kemal Unakıtan, Şaban Dişli ve Yasin El Kadı gibi isimler o resimden uçurulmuş.
Söyleyin bir fotoğrafta bile hileye başvuran birine kim neden inansın?
Hem Başbakan sen değil misin, kimi kime şikayet ediyorsun. Gereğini yapsana!
10 yıl susup yargıda beraat ile sonuçlanan bir konuyu böylesine mugalata malzemesi yapmak ayıptan öte hicap değil mi?
Bitmedi, bu aralar hangi taşı kaldırsak altından mahdum Bilal çıkıyor.
Ümraniye Belediyesi'ne ait tesislerin TÜRGEV'e devri dün gazetelerdeydi.
Keza Kılıçdaroğlu'nun ifadesi ile TÜRGEV'in hesabına yatırılan meçhul 99 milyon (trilyon) olayı mide bulandırıyor.
Erdoğan'ın hayırsever deyip protokol sıralarında beraber pozlar verdiği Sarraf'dan sonra bu gidişle Bilal da yargıyı çok meşgul edeceğe benziyor.
İŞTE MİLLİ İRADE HIRSIZLIĞI
Tayyip Erdoğan'ın yeni istismar argümanı milli irade hırsızlığı!
Savcının yolsuzluk soruşturması yapmasını
bile milli irade hırsızlığı
gibi sunuyor.
Ona göre sandıktan çıkana her yol mubah!
Kuvvetler ayrılığı diye bir şeyi tanımıyor.
Peki milletin iradesi gasp edilemez mi?
Edilir...
Nasıl mı?..
Milletin sandıkta verdiği oyları çöpe atarak...
Bunun en yaygın örneği nerede mi var?
Tayyip Erdoğan'ın yönettiği Türkiye'de.
Yüzde 10 baraj
olayı en büyük milli
irade hırsızlığıdır çünkü milyonların iradesi bu şekilde yok sayılıyor.
Dolayısı ile en büyük milli irade hırsızı
kimdir siz
cevap verin!
SİLUET YALANCILARI!
İstanbul'un tescilli silueti malum Sultanahmet camimizdir.
Ve o muhteşem siluet AKP'nin rant minareleri yani malum gökdelenlerle kirletildi.
Kirleten kim mi?
Mezarlıklar üstünde AKP'nin İstanbul yeni il binasını inşa eden müteahhittir!
Kirlettiren ise ona bu izni verenlerdir.
Hatırlayın Başbakan çok tepki gelince her hafta önünden iki kere geçtiği o kirli gökdelenlerden haberim yok demişti.
Keza Kadir Topbaş da benzer şeyleri dillendirmişti.
Derken kamuoyunda tepki oluştu ve mahkeme o gökdelenlerin tıraşlanmasına karar verdi.
Peki sonra mı?
AKP'li Kadir Topbaş mahkemenin tıraşlama kararına itirazda bulundu!
Siluet pisleticileri kim kararı siz verin!
HEM FETHULLAHÇI HEM AYDIN OLUNABİLİR Mİ?
Aydınlar paralel devlet söylemine karşı bildiri yayınlamış!
Zaman Gazetesi boyuna bu haberi veriyor.
İmzacılara baktım eski solcular ağırlıkta.
İyi de arkadaş cemaat kavramı ile solculuk nasıl yanyana gelir?
Cemaat kollektif yani şeyh iradesini, solculuk ise birey insiyatifini öne çıkarmaz mı?
Öyle ise nasıl oluyor da bu sözde solcular bir cemaat ile kol kola girebiliyor?
Ayrıca bugünün Türkiye'sinde devlet içindeki cemaat çetelerinin varlığını hangi akıl ve vicdan inkar edebilir?
Yok bunlar aydın falan değil düpedüz Abdullah Cevdet kafalı emperyal lejyonerler güruhudur.
CEM UZAN'IN MEKTUBU
Cem Uzan bir süre önce Aydınlık'da çıkan yazım ve yayınlanan "Takkeli Firavunlar" isimli kitabımla alakalı olarak bir mektup gönderdi.
Eski patronum olan Cem Uzan yazdıklarımın bazı bölümlerine itiraz ediyor, Motorola'nın Telsim operasyonu gibi birkaç konuya da hak veriyor.
Cem Bey röportaj için beni yaşadığı Paris'e çağırıyor.
Benim Sayın Uzan'a önerim bir kitap yazması ve herşeyi orada anlatmasıdır.
Çok iyi biliyorum ki Cem Bey'de kıyametler koparacak bilgiler var.
Hele hele AKP kurulurken ona AKP cenahından yapılan teklifler eminim çok ilgi çekecek.
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/sabahattin-onkibar/32617-sabahattin-onkibar-fotomontaj-tayyip-ve-bilal-oglan.html
Şahsi kanaatime göre Cansu Çamlıbel (Hürriyet) dış politika konusunda şimdiden Türkiye’nin en iyi gazetecilerinden birisi oldu. Çok kez dile getirdim. Onun Pazartesi günleri yayınladığı “Yüz Yüze” başlıklı söyleşilerinde birçok yeni bilgi ediniyor, yeni perspektifler kazanıyorum.
Çamlıbel bu pazartesi (Hürriyet-27.01.2014) Türkiye’de PKK’nın Suriye kolu olarak tanınan PYD’nin lideri Salih Müslim Muhammed ile yaptığı söyleşiyi yayınladı.
Söyleşide Salih Müslim Türkiye’nin Suriye politikasını yerden yere vuruyor, açıkça söylemiyor ama Recep Tayyip Erdoğan (RTE) ve Ahmet Davutoğlu’nu (AD) halkına yalan bilgi vermek ile itham ediyor.
Müslim’in bazı ağır ithamları Çamlıbel tarafından şu minvalde vurgulanıyor:
1)(Suriye’ye) Türkiye’den silah gidiyor.
2)(Bu uğurda) Türkiye Katar’dan aldığı paradan nemalanıyor.
3)(Suriye’de) Türkiye saray entrikaları çeviriyor.
Bu ağır ithamlardan önemle ikincisi doğru ise RTE ve AD dünyaya bir kez daha rezil olurlar.
***
Cansu Çamlıbel’in Salih Müslim Muhammed’e sorduğu ve aldığı bazı cevaplar özetle şöyle:
-Rojava’da Kürtlerin kurduğu YPG güçleriyle çatışanlar kim?
-Bunlar değişiyor. Daha önce biliyorsunuz rejim güçleri vardı. 2012 Temmuzunda biz rejim güçlerini tamamen dışarı çıkardık… Sonra 2012’nin Ekim ayında Serekaniye saldırısı başladı. Saldıranların hepsi Türkiye’den geldi.
***
-Kim bu saldıranlar peki. El Nusra mı IŞİD mı?
-Başta Cebetül Nusra’ydı. Sonra bunlar ABD tarafından terör listesine konuldu. Şimdi Ahrar Al Şam çıktı. Bunların hepsi aynı şey, hepsi Selefi ama başka örgütler. Türkiye bu sefer Ahrar Al Şam’ı desteklemeye başladı, bunlar Özgür Suriye Ordusu diye...
***
-Muhalefetin iddia ettiği gibi son haftalarda Suriye’ye geçmek üzereyken durdurulan Türk TIR’larının içinde gerçekten silah mı var?
-İki çeşit silahtan bahsedebiliriz. Şimdiye kadar Türkiye silah yolu oldu. Mesela Katar’ın gönderdiği silahlar Türkiye üzerinden geliyor. Bir de Türkiye’nin kendisinin gönderdiği silahlar var.
-Eğer varsa, bunlar kime gidiyor?
-Türkiye, Özgür Suriye Ordusu’na gönderdiğini düşünüyor.
-Yok öyle değil. Hükümet o TIR’larla Suriye’deki Türkmenlere insani yardım gönderdiğini söylüyor.
-(Gülüyor) E, Türkmenler bizimle, YPG’nin içinde yer alıyorlar. Bunlara bir şey gelmiş değil. Geçenlerde bazıları, ‘Biz kandırıldık’ dediler.
-Velev ki hükümetin dediği gibi insani yardım vardı o TIR’ların içinde. Sadece Türkmenlere gitmesi tuhaf değil mi, eğer bütün bu gruplar birlikte yaşıyorsa?
-Tuhaf bir söylemdir gerçekten. Sanıyorum Türk kamuoyunu kandırıp, sempati kazanmak için söylediler. Milli davamız, şudur budur. E, Kürtler de senin milli davan olsun, niye olmasın ki? Ki biz zaten Türkmenlerle beraberiz.
***
-Türkiye savaşın bir parçası mı?
-Tabii, ister istemez böyledir. Kendi askerleriyle gitmiyor ama bu gruplar oradan geliyor. Yollarını açıyor, silahlarını veriyor. Katar, ‘Suriye için 3 milyar dolar gönderdim’ diyor. Türkiye bundan ne kadar faydalanmıştır? En azından silah satışından ne kadar almıştır? Türkiye’nin 8 yıl süren İran-Irak savaşı sırasında iki tarafa da ne kadar silah sattığı biliniyor. Belki de Türkiye o dönemde ekonomik krizden çıkışını o savaşa borçlu.
-Başbakan geçen hafta Brüksel’e giderken yaptığı açıklamalar sırasında, ‘Biz orada El Nusra ile PYD ile mücadele ediyoruz’ dedi. Aynı kategoride saydı.
-Kendini korumak için bir dolu sorunlu söyleme başvuruyor. Mesela bir de ‘El Kaide’yi rejim yarattı’ diyor. Bu adamlar (El Kaide) kendileri Türkiye’den geldiklerini, orada eğitim aldıklarını söylüyor.
-Nerede eğitim görüyorlarmış?
-Sanırım Bolu Dağları tarafında. Bir de bu Sarıkamış kampları falan var. Bunu oradan gelip savaşanlar söylüyor, ben söylemiyorum.
-PKK’nın kardeş örgütüyseniz, PKK’nın lideriyle barışı konuşan bir devlet size niye şüpheli baksın?
-Biz de bunu anlamıyoruz. (İki kez yaptığı resmi Türkiye ziyaretini kasıt ederek) Görüşmede bize böyle bakmadıklarını söylediler. Kardeş gibi bakıyoruz dediler. Kardeş gibi güven vermeseler yoksa ben niye oraya gideceğim?
***
Ben de RTE, AD, ayrıca Hükümet ve AKP içindeki çanak yalayıcılarına sesleniyorum:
Hem vatan haini, hem dış mihrak, hem haddini bilmeyen, hem de nankör Salih Müslim Muhammed acele PYD’nin liderliği görevinden alınmalı, güzel havalar nedeni ile 1946 yılında istifa ettiği ve halen kadrosu münhal bulunan Orhan Veli’nin “Evkaftaki memuriyetine” sürülmelidir. (Bkz: “Güzel Havalar” şiiri)
Dr. Cüneyt Ülsever/Yurt
http://www.odatv.com/n.php?n=hem-vatan-haini-hem-dis-mihrak-hem-haddini-bilmeyen-hem-de-nankor-2801141200
Ancak Yeni Şafak’ın sözde anti-emperyalist sicili bu çalışmayı karikatüre dönüştürüyor. Zira ABD’nin Irak’a saldırmasına reel politik diyerek destek veren fakat ABD çekilmek zorunda kalınca Amerikan karşıtı saflara göz kırpan bir yayın organı Erdoğan’ı nasıl makyajlayabilir ki!
Üstelik Erdoğan’ın sicili ve resmi BOP eş başkanlığı 9 sütuna manşet ağırlığında ortada duruyorken...
Erdoğan’ı keşfeden CIA’cı büyükelçi
Ancak Yeni Şafak yine de çaresizlikten bu senaryoyu uygulamaya çalışıyor. Dahası öyle çaresiz ki, “Obama iyi, çevresi Erdoğan’a düşman” özetli ciddiyetsiz yayınlara bile imza atabiliyor!
Hedef aldığı bu “kötü çevrelerin” başında ise ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz geliyor.
Ancak uyaralım: Abramowtiz herhangi bir büyükelçi değil! Ona “Erdoğan’a sahne veren” adam da diyebiliriz, AKP’nin 1 numaralı kurucusu da...
Abramowitz, Erdoğan daha Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanı’yken, 1994 yılında, onu keşfeden (!) kişidir.
Bu keşif operasyonundan hemen sonra Erdoğan ilk kez ABD’ye gider, okyanus ötesiyle tanışır! 17 - 21 Nisan 1995 tarihlerindeki bu siftahı, 17 - 22 Kasım 1996 ve bir ay sonra da 20 - 23 Aralık 1996 tarihli ziyaretler izler!
Erdoğan’a belediyede ABD diploması
Abramowtz’in iki yıl stajyerliğini yapan Erdoğan’ın önü bu üç ABD ziyaretiyle birlikte artık açılmıştır!
Abramowitz öğrencisine diplomasını 15 Ekim 1996’da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak onu ziyaret ettiği gün verir. Bu özel diploma töreninin(!) ayrıntıları basınla paylaşılmaz. Ancak profesyonellerce belirlenmiş şu birer cümle edilir:
Erdoğan Abramowitz’in ziyaretini “sıcak ve olumlu bir mesaj getirdi” diyerek özetler. Morton Abramowitz’in ise Erdoğan’a şöyle dediği basına yansıtılmıştır bir tek: “Siz İstanbul’u yönetip yıldızınızı parlatabildiğinize göre Türkiye için de çok şey yapabilirsiniz.”
Bu diploma töreninden bir ay ve iki ay sonra yapılan iki ayrı ABD ziyareti, Erdoğan’ı Erbakan’dan koparma ziyareti olmuştur aynı zamanda.
Nitekim İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, CIA’nın yan kuruluşu olan RAND’ın raporlarına dayanarak ABD’nin Erdoğan’ı başbakanlığa, Gül’ü de dışişleri bakanlığına hazırladığını açıklamıştır daha o tarihte...
Yenilikçi hareketin ABD’li mimarları
Abramowitz öğrencisini hazırlarken ve onu Erbakan’dan koparırken, takımından Alan Makovsky ve Ian Lesser de, 18 Temmuz 1996’da Washington Enstitüsü’nde izleyecekleri yolu ilan ediyordu:
“İkincisi strateji ise Erbakan’ın etrafındaki yaşlı kadro ile ilgili. Başbakanın etrafındaki bu yaşlı kadroya rağmen partide çok kabiliyetli gençler de bulunuyor. Bunların vasıtasıyla partide bir yenilikçi hareket başlatacağız!”
Sonrasını hep birlikte yaşadık: Erdoğan Erbakan’ı terk etti. Gül ve Arınç’la birlikte Milli Görüş’ü böldü. Yahudi Cesaret madalyaları alarak önce Başbakan ardından da BOP Eş Başkanı oldu. Sonra ABD’nin Irak’a saldırısına destek verdi. Müslüman katleden Conilerin sağlığına duacı oldu. NATO’nun Libya operasyonlarına katıldı. Komşu Suriye’ye düşmanlık yaptı, El Kaide’lere sınırı açtı...
Kısacası Erdoğan’dan değil Nasır çıkarmak, altını çizerek vurguluyorum, Menderes bile çıkaramazsınız!
Mehmet Ali Güller
http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/akp-kurucusu-morton-abramowitz-makale,2031.html
“Haliç’te Yaşayan Simonlar-Dün Devlet Bugün Bugün Cemaat” kitabını yazdıktan sonra hayatı cehenneme çevrilen emekli Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, “MİT ve Genelkurmay imamlarının ismini Savcıya verdiğini” açıkladı.
Sabah Gazetesi iki gündür Silivri’deki Avcı’yla yapılan röportajı yayınlıyor. Röportajın bugünkü bölümünde Avcı’ya, “Mehmet Ali Şahin paralel yapının Yargıtay imamıyla ilgili bir iddia ortaya attı ve konuyla ilgili hukuki işlem başladı. Görev yaptığınız dönemde Yargıtay imamının kim olduğuna ilişkin her hangi bir bilgiye rastladınız mı?” sorusu yöneltiliyor. Avcı da şu cevabı veriyor:
“Yargıtay imamının kim olduğunu bilmiyorum. Ancak Yargıtay'a bakan imam Yargıtay'ın içinden değildir. Kurumlara bakan imamlar kurum dışından seçiliyor. Emniyet ve yargıdan farklı değil. Sızan belgeler, durdurulan TIR'lar... Paralel yapının bu kurumlara bakan imamları da var. MİT ve Genelkurmay imamlarının ismini savcıya verdim. Bu imamlar da tıpkı Yargıtay imamı gibi kurum içinden değil kurum dışından."
Evet Avcı kitabı yayınlandıktan ve tutuklanmadan kısa bir süre önce Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na uzun bir ifade verdi. Bu ifadesinde de sadece MİT ve Genelkurmay değil, birçok kurumdaki “imamın” ismini söyledi. Avcı’nın ifadesinde tam 9 isim vardı.
Avcı, Savcılığın bu ifadeyi dikkate alıp, soruşturma açacağı düşüncesiyle verdiği bilgileri hiç kimseyle paylaşmadı, o isimleri hiç kimseye açıklamadı. Gözaltına alınmadan bir gün önce 27 Eylül 2010’da da Genelkurmay Savcılığı'na giderek, aynı konuda ifade verdi.
28 Eylül’de Avcı’yla randevumuz vardı ve ben bir kez daha bu isimleri öğrenmeye çalışacaktım. Belki tesadüf, belki değil o gün kendisi değil, “Gözaltına alındım, gelemiyorum” telefonu geldi.
İMAMLARIN ÇOĞU DEĞİŞTİ
Hanefi Avcı’nın Savcıya verdiği isimlerin çoğunun görevlerinin “deşifre” olduğu için değiştirildiği, yani o listenin bugün itibarıyla hükümsüz kaldığı söyleniyor.
Biz yine de Avcı’nın 2010’da, “Cemaatin önemli kuruluşlarını yöneten imamları oldukları yolunda bilgi alınan kişiler” başlığı altında sıraladığı isimleri ve görev alanlarını açıklayalım. Avcı ifadesinde, bu isimlerden bazılarını T.C. numarasına, mesleğine kadar anlatırken, kimini de tarif etti. İşte Avcı’nın o listesi:
O.H.Ö. : Emniyet Genel Müdürlüğü’nden sorumlu.
M. K. : MİT’ten sorumlu.
H. Ö. : TSK’dan sorumlu.
D. K. : Adliye ve hukuk camiasından sorumlu.
İ. İ. : Milletvekilleri ve parlamentodan sorumlu.
M. K. : İstanbul polisinden sorumlu.
S.U. : İstanbul’daki tüm memurlardan sorumlu.
A. Ç. : İstanbul’daki tüm memurlardan sorumlu S.U.’nun verdiği direktifleri savcı ve emniyete, bunların taleplerini de S.U.’ya ulaştırmakla görevli.
C. İ. : Ankara polisinden sorumlu.
Adı geçen bu kişilerin tümünün Avcı’nın belirttiği gibi, sözkonusu kurumların içinden değil, dışından olduğunu da kaydedip, soralım:
“Acaba o tarihte Avcı’nın bu iddiaları soruşturulsa işler böylesine çığırından çıkar mıydı?”
Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan, Mamak ve Şirinyer’e kucak dolusu sevgiler
Müyesser Yıldız
http://www.odatv.com/n.php?n=iste-avcinin-9-kisilik-imam-listesi-mitten-tskya-meclisten-memurlara-isim-isim-kurum-kurum-2701141200
Ulusal Kanal dahil, televizyonları
açıyorsunuz. Önce Tayyip Erdoğan çıkıyor, ana muhalefet partisine
“Hırsızlık dosyanızı açacağım” diyor.
Arkasından Kılıçdaroğlu geliyor sahneye, “Hırsız sensin” diyor.
Sayın Hırsız, Sayın Hain!
Her ikisi de çok nazik, birbirlerine “Sayın” diye hitap ediyorlar. Başbakan da sayın, ana muhalefet lideri de sayın!
Devlet Bahçeli’nin de hakkını yememek gerekir. Bu nazik diyaloglara katkısı benzersizdir.
Birbirlerine hem hırsız, hem sayın diyorlar. Kimi zaman da hem hain, hem sayın diye sesleniyorlar.
“Sayın Hırsız”
“Sayın Hain”
gibi bir kimlik ortaya çıkıyor.
Bataklıkta çözüm yok!
CHP’nin eski Grup Başkanvekillerinden Ali
Nejat Ölçen ağabeyimizin “çene yarışı” dediği bu atışmalarda, Türkiye
adına herhangi bir çözüme rastlanamıyor.
Türkiye çok derin bir krize saplanırken,
Türkiye’yi batağa sürükleyen rejimin liderleri, topluma kötü örnek
oluşturan laflar ve görüntülerle karamsar bir manzara veriyorlar.
Hırsızlar rejiminin liderlerinin
birbirlerine hırsız diye iltifatta bulunmak dışında bir çözümleri
yoktur. Çünkü çamura batan, rejimin kendisidir. Bu çamurun içinde
herhangi bir çözüm aramak, bugün en zavallı tavırdır.
Bataklıkta verimlilik olmaz
Evet, Türkiye’de yürürlükte olan rejim
bir hırsızlık rejimidir; kibarcası rant sistemidir. Burada rant,
girişimcinin kârı değil, kapitalizm açısından da yasadışı olan servet
transferleridir. Ortaçağ kalıntısı cemaat ve tarikat rantları da buna
dahildir.
O nedenle bu düzene Mafya-Tarikat rejimi adını veriyoruz. Emperyalizm aşamasının çürüme dönemidir.
Kâr sisteminin akılcılığı sermayenin
piyasada verimliliğe göre hareket ettiği iddiasına dayanıyordu.
Hırsızlar Rejiminde, kaynaklara yön veren etken, verimlilik değildir. Bu
nedenle sistem, kendi mantığını yitirmiştir ve çamura batmıştır.
Sanayici ve tüccar da bu rejimin karşısında olmak zorundadır.
İktidar yolu: Ricciardone’nin ayağına gitmek
Bu batak, Atlantik batağıdır. Rejimin ağası, küresel mafyadır. “Yeni Ortaçağ” deniyor, çok yerinde.
Sayın liderlerin ortak özelliği, Atlantik sistemine bağlılıktır.
Aralarındaki inanca göre, iktidarın kaynağı millet değil, Okyanus Ötesinden alınacak fermandır.
İktidar yolu, ABD büyükelçilerinin
ayağına gitmektir. Parmakla çağırılırlar, koşa koşa giderler. Hepsi bu
deneyimden geçmiştir ve geçmektedir.
Bu liderler, bu partiler, Türkiye’yi
Ricciardone’nin fermanlarına mahkûm etmişlerdir. PKK/BDP de onlarla
birlikte bu rejimin partisidir ve Güneydoğu belediyelerinin
çürümüşlüğünü kendileri itiraf ediyorlar.
Nöbetleşe Fethullahçılık
Aralarındaki hırsız kavgası, “rejimin bekası” söz konusu olunca derhal kader birliğine dönüşür.
Hepsi “Darbeciler temizlensin” diyerek,
Kemalist Devrimin yıkımına ortak oldular. Bu karanlık mafya rejimini
başka türlü kuramazlardı.
Hepsi nöbetleşe Fethullah Gülen’in koluna
girmişlerdir. Hırsızlar Rejiminin Tunç Kanunudur bu. Cemaat ve tarikat
şeyhleriyle iktidar ortaklığı, sistem partilerinin yasasıdır.
Hepsi, ABD’nin Kuzey Irak’ta İkinci İsrail’i kurmasına hizmet etmişlerdir.
Hepsi, Suriye’de Esat’a karşı ABD’nin yanındadırlar. Suriye’nin istiklal savaşına dil uzatma yarışındadırlar.
Hepsi Mısır’da İhvan’ı Müslimin’in destekçisi olmuş, Libya’da NATO harekâtına alkış tutmuşlardır.
Bataktan kurtarmak için elimizi uzattık
Arslanlı Yol, Hırsızlar Rejiminden
kurtuluş yoludur. Biz İşçi Partisi olarak, elimizi CHP ve MHP’ye
uzattık, onları Hırsızlar Rejiminin batağından çekip çıkarmak istedik.
CHP ve MHP’yi Arslanlı Yol’da Atatürk’te birleşmeye çağırdık. Bir Milli
Hükümet kurarak Kemalist Devrimi tamamlama görevini onlarla paylaşmak
istedik. Bu çağrımız doğruydu. Çünkü CHP ve MHP tabanı, hatta AKP’ye oy
verenlerin çoğu, bu ülkenin Atlantik’te boğulmasına direnecektir. Oy
verdikleri liderlerin bu rejime bağlılıklarını kendi tecrübeleriyle
görmeleri gerekiyor. Göreceksiniz yakın gelecekte bu kitle Arslanlı
Yol’da birleşecektir.
Bir hırsız gitsin öbür hırsız gelsin mi?
Yolsuzluğa karşı mücadele, rejimin
sınırları içindeki mücadeledir. Elbette yolsuzluğa karşı mücadele
edeceğiz. Ama bileceğiz ki, hırsızlık her sömürü sisteminde yasadışıdır.
Başka deyişle hırsızlıkla mücadele, rejimi temizlemektir, rejimden
kurtulmak değil.
Yolsuzluğa karşı mücadele, “sistemi temizleme” gibi bir hayalle toplumu kandırmanın sınırları içinde kalır.
ABD’ye dokunan siyaset
ABD güdümlü Gladyo, mafya ve cemaatçiliğe
karşı mücadele ise, devrimci olmak zorundadır. O zaman sistem içi
seçeneklerin kapanından çıkarız, devrimci çözümlere yöneliriz.
Bugün aramızdaki taktik konulu tartışma, aslında devrim tartışmasıdır.
Dikkat buyurunuz, yolsuzlukla mücadelenin
ucu, ABD’ye dokunmuyor. Hırsızlıkla mücadele, sistemi sorgulamıyor.
Hatta Atlantik patronları, bu kampanyanın arkasındadır. ABD için fark
etmez, bir hırsız gider diğer hırsız gelir. Gelen hırsız Ricciardone’nin
sofrasından pay almaktadır nasıl olsa.
Ama mafya-Gladyo ve cemaatçiliğe karşı
mücadele, ABD emperyalizmini hedef alıyor. ABD, hırsızları
değiştirebilir ama toplum içinde 70 yıldır ördüğü cemaat-tarikat ağından
vazgeçemez.
Abramowitz’in çocuğu ve Ricciardone’nin çocuğu
ABD’nin seçenekleri ile halkın seçenekleri bir değildir.
ABD’ye göre, Abramowitz’in çocuğu gider, Ricciardone’nin çocuğu gelir.
Halkın özgürleşmesi ve zenginleşmesi ise, Gladyo-Mafya-Tarikat rejiminin yıkılmasına bağlıdır.
O nedenle halkın iktidar mücadelesi, AKP’den kurtulmakla sınırlanamaz.
Halkın iktidar sloganı
Halkın iktidar sloganı şudur:
AKP’den kurtulmak ve Milli Hükümeti kurmak.
Tek başına “AKP’den kurtulmak” derseniz, Ricciardone’nin diğer seçeneğinin kuyruğunda bulursunuz kendinizi.
O nedenle Milli Hükümet amacı, halk için biricik devrimci çözümdür.
Arslanlı Yol’da Milli Hükümete ilerlemek
İşte bu koşullarda Levent Kırca, Ümit Zileli gibi adaylar, Arslanlı Yol’da Milli Hükümete ilerleme seçeneğinin temsilcileridir.
Onların yüzlerine bakın, hayatlarını
inceleyin, birikim ve yeteneklerine bakın, halka sadakat ve
cesaretlerini ölçün, alavere dalavere bilirler mi, bunlara bakın.
Yerel seçimi tek başına ele almak, bizi bataklıktan kurtarmaz.
Oylarımızı Milli Hükümet hedefine göre belirlemeliyiz.
Oylarımız, Arslanlı Yol’daki yürüyüşe güç vermelidir.
Yerel seçim, Cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçimi için bir basamak oluşturmalıdır.
Bu seçimde İşçi Partisi’ne verecek oylar, CHP, MHP, AKP ve BDP tabanındaki halkı uyandıracak oylardır.
Bu seçim, Milli Hükümet için kuvvet biriktirme ve rüzgâr yaratma seçimidir.
2. Cenevre Konferansı nedeniyle değinemediğimiz bir konuyu işleyeceğiz bu Pazar;
Öcalan’ın Erdoğan’ı kurtarmasını!Gelin önce konuyu anımsayalım.
Birkaç gün önce, Can Dündar’ın “Canlı Gaste” programında, BDP heyetinin Öcalan’la yaptığı son görüşmenin detayları yer aldı. Buna göre Öcalan kendisini ziyarete gelen heyete şunları söylemişti:
“Başbakan seçimlerde beni idam etmekten bahsediyordu ancak ben Gezi olaylarında kendisini kurtardım. Sağduyulu davranmasaydık Başbakan’ı götüreceklerdi. 17 Aralık darbesine de karşı duracağız. Tüm darbelere karşı durduk.” (Aydınlık, 22 Ocak 2014)
Fidan'ın Öcalan'dan özel isteği
Kuşkusuz şaşırmadık. Zira Öcalan’ın Haziran Halk Hareketi’ndeki o özel misyonuna hep dikkat çekmiştik. Daha ilk günden, Öcalan’ın izlediği çizginin Erdoğan’a “can simidi” amacı taşıdığını belirtmiştik.
Kısaca anımsatmak gerekirse…
27 Mayıs’ta Gezi Parkı’nda başlayan çevre eylemi, 31 Mayıs’ta siyasal bir eyleme ve 1 Haziran’da da ayaklanmaya dönüştü.
O gün parti tabanına seslenen BDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken, parti olarak eylemlerde yer almayacaklarını ilan etti. Öyle ki, Başbakan Vekili olan Bülent Arınç, kendisine canlı yayında teşekkür etti.
Eylemler kitleselleşip de tüm yurt çapına yayılınca, devreye MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın özel istediğiyle Öcalan girdi. Öcalan Gezi eylemlerinde yer almayan PKK ve BDP’den, “Taksim’i ulusalcılara bırakmamasını” istedi. Bu mesajla birlikte ellerinde Apo posterleri taşıyan 300 kadar PKK’li Taksim’de eylemlere katılmaya başladı.
Diyarbakır’daki eylemlere katılmayan fakat Taksim’de bayrak gösteren PKK’nin amacı ortadaydı. Nitekim o amacın bir parçası olarak Erdoğan sahne aldı ve hemen her kürsünden Taksim’deki Türk bayraklı kitleye seslendi. “Bölücü örgüt bayrağıyla Türk bayrağını nasıl yan yana getirirsiniz” gibi laflarla halkı PKK ile korkutup alandan soğutmaya çalıştı.
Ancak Erdoğan-Öcalan ortaklığındaki bu özel çalışma bir işe yaramadı hatta ters etki yaratıp Kürt kökenli yurttaşlarımızın tepkisini bile çekti…
MİT'in rolü ve Öcalan'ın işlevi
Aslında Öcalan’ın Erdoğan’a kalkan olan çizgisi Kürt çevreleri açısından bir sürpriz taşımıyordu ve zaten sessiz tepkiler de alıyordu…
Çünkü Öcalan’ın 7 Şubat’ı bir darbe diye değerlendirmesi ve BDP heyetine açıkça “Hakan Fidan Bey’i yalnız bırakmamak gerekir” demesi, tarihi MİT-Öcalan ilişkisini yeniden gündeme getirmişti.
Öte yandan Öcalan’ın Hakan Fidan’la “sözlü ve yazılı iletişime geçtikten sonra yeniden bir kanal açıldığını” söylemesi, Erdoğan’a içeriği hâlâ açıklanmayan bir mektup yazmış olması gibi olgular, Kürt çevrelerinde oluşan soru işaretlerini hep büyüttü.
Son olarak Öcalan’ın Paris cinayetini de eldeki MİT-Ömer Güney ilişkisi belgelerine rağmen ısrarla “7 Şubat darbesinin devamı” diye yorumlaması, PKK içinde bile bir güven sorunu yaratmaya başladı.
Çatlama işaretleri var
Bu tablo Erdoğan sıkıştıkça daha da belirginleşecek ve Öcalan’ın Başbakan ve MİT Müsteşarına stepne olması ile AKP ve PKK’nin CIA gözetiminde sürdürdüğü işbirliği daha da netleşecek.
Bakalım Kürt çevreleri, Öcalan’ın bu ilişki biçimine katlanmayı sürdürecek mi?
Kürt haber sitelerinde yavaş yavaş ortaya çıkan rahatsızlıklar, şimdiden bir çatlamaya işaret ediyor.
Mehmet Ali Güller
http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/ocalan-erdogani-nasil-kurtardi-makale,2030.html